(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)

Liz Truss’un Liderliği Birleşik Krallık’ın Ortadoğu Dış Politikası İçin Ne İfade Edebilir?

Liz Truss, 5 Eylül’de Britanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) çıkma sürecini yöneten selefi Boris Johnson’ın yerine Birleşik Krallık (BK) Başbakanı olarak atandı. Önceki yönetim, dış politikasını dönüştüren bir BK’ye yön verirken Truss, Britanya’nın dünyadaki merkezinde muhtemelen Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Şark bölgesinin olacağı kararlı dış politikasını genişletmeyi amaçlıyor.

Truss’un atanmasından önce, Ukrayna krizi nedeniyle özellikle Batı’nın Rusya ile yaşadığı gerilimler ve Çin’in yayılmacı dış politikası düşünüldüğünde Britanya, kendini giderek çok kutuplu hâle gelen bir dünyaya ayak uydururken bulmuştu. Britanya’nın 31 Ocak 2020’de AB’den resmen çıkmasının ardından Londra, dünyadaki yerini aramaya ve Britanya İmparatorluğu üzerinden tarihsel nüfuza sahip olduğu bölgeleri hedeflemeye başladı. Sonrasında Britanya’nın bu kilit bölgelerdeki jeopolitik etkisini genişletme çabaları nedeniyle Johnson hükümetinin bazı muhalifleri bu adımların Londra’nın Brexit’ten beri yükselen neo-emperyalist hırslarını yansıttığını bile savundu.

Yeni başbakan küresel siyasetin çeşitli konuları hakkındaki fikirlerini yüksek sesle ifade ediyor ve Britanya’nın Moskova’ya yaptırım uygulayıp Ukrayna’ya yardım etme konusundaki belirgin duruşu sürerken Rusya’ya yönelik eleştirilerin başını çekiyordu. Truss, Çin konusunda seleflerinden bile sert sözler sarf etti.

Körfez’le Bağları Derinleştirme

Temmuz 2019’da Johnson hükümetinin Uluslararası Ticaret Bakanı olarak atanmasından sonra Truss, Ortadoğu’daki önceliklerinin işaretlerini çoktan vermişti. Truss, Eylül 2019’da Britanya mahkemesinin daha üç ay önce verdiği ve Yemen’deki muhtemel savaş suçlarından ötürü Riyad’a silah satışını “yasadışı” sayan kararını ihlalen Suudi Arabistan’a “kazara” silah sattığı için özür dilemişti.

BK’nin, Suudi Arabistan ve Riyad öncülüğündeki koalisyonun Yemen savaşındaki kilit silah tedarikçisi olmaya devam ettiği ve hatta Joe Biden’ın Şubat 2021’de Suudi Krallığı’na sunulan askeri desteğin çoğunu askıya almasına rağmen Riyad’a silah satmayı sürdürme kararı verdiği dikkate alındığında Truss, muhtemelen bu politikayı sürdürmeyi amaçlıyor.

Truss, çeşitli uluslararası siyaset konularındaki iddialı ve lafını esirgemeyen duruşu nedeniyle 1979’dan 1990’a kadar Britanya Başbakanı olan Margaret Thatcher’a benzetiliyor. Thatcher döneminde Londra, bölge ve ötesindeki nüfuzunu genişletmeyi amaçladığından Britanya’nın Suudi Arabistan’a silah satışını ve ticari bağlantılarını arttırdığını kaydetmekte yarar var.

Britanya Brexit sonrası zaten KİK bölgesinde kararlı bir varlık kurmuştu çünkü Londra ile KİK ülkeleri arasındaki ikili ticaret ciddi anlamda artmıştı. 2010’da ülkeler arasındaki ticaret hacmi 19,1 milyar dolar seviyesindeydi. Brexit referandumundan sadece üç yıl sonra, 2019’da ise BK-KİK ticaret hacmi 61 milyar dolara yükselmişti. Londra doğal olarak AB ticaretindeki kayıplarını öngörerek geleneksel müttefikleriyle ekonomik bağlarını güçlendirmeyi amaçlamıştı.

Liz Truss, Dışişleri Bakanı iken Aralık 2021’de Londra’da KİK’teki mevkidaşlarıyla KİK ile bir serbest ticaret anlaşması (STA) imzalamak için bir araya geldi. Haziran 2022’de Londra, bu ülkelerle bir STA imzalamaya yakın olduklarını açıkladı. Truss’un duruşu, Truss’un Britanya’yı muhtemelen KİK ile bir STA imzalayıp ticari bağlarını güçlendirmeye zorlayacağını gösteriyor. Böyle bir hamle, Londra’nın AB karşısında Körfez’deki nüfuzunu ilerletmeyi de amaçlayacaktır, zira anlaşma için yapılan önceki müzakerelere rağmen Konsey hâlâ bir STA imzalamış değil.

Dahası Londra, 2018 ve 2019’da sırasıyla Bahreyn ve Umman’da yeni donanma üsleri inşa ederek Körfez’deki askeri nüfuzunu genişletti. Kasım 2021’de Londra, askeri nüfuz ve erişimini modernleştirme ve genişletmeye yönelik stratejik reformları kapsamında kilit bir askeri eğitim üssünü Kanada’dan Umman’a taşıma planlarını açıkladı.

Öyle görünüyor ki, Körfez BK için sadece Ortadoğu’da değil Ukrayna’daki gibi savaş bölgelerinde de dünya sahnesindeki güç projeksiyonu açısından önemli bir yer tutuyor ve bu da Rusya ile gerilimler sürdükçe Britanya’nın Körfez ile bağlarının daha da önem kazanacağını gösteriyor.

Ayrıca Çin ile Rusya, başta ABD olmak üzere Batılı devletlere bağımlılıklarından kurtulmaya çalışan Körfez devletleriyle bağlarını kademeli olarak ilerlettiği için Truss’un politikaları, Britanya’nın bölgedeki mevcudiyetini güçlendirmesine daha fazla katkı sunabilir.

Geniş Ölçekte Bölge

BK, Brexit’ten beri İsrail’e de daha fazla destek göstererek ikili ticaret hacmini arttırırken Filistin yanlısı Boykot, Tecrit ve Yaptırım (BDS) hareketini de bastırmaya çalıştı. Truss, İsrail ile ilişkileri öncelemenin ve uluslararası kuruluşlarda İsrail’e yönelik saldırılarla mücadele etmenin kendisi için önemli olduğunu kararlı bir biçimde ifade etti. Daha da önemlisi Truss, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyıp gelecekte Britanya Büyükelçiliği’ni oraya taşıyabileceğini söyledi.

Truss ayrıca İran’ın nükleer silah üretimini durdurmak için elinden gelen her şeyi yapacağını söyleyip Tahran konusunda seleflerinden daha sert bir tutum sergileyeceğini ima etti. Bu yaklaşım, BK’yi İran’ın bölgedeki nüfuzuna karşı duran İsrail ve KİK ülkelerinden yana olmaya daha da sevk edebilir. Tüm bunlar, Truss’un Dışişleri Bakanı olarak Eylül 2016’dan yakın zamana kadar İran’da tutuklu bulunan Britanyalı-İranlı akademisyen Nazanin Zaghari-Ratcliffe’in serbest bırakılmasını sağlayan diplomatik rolüne rağmen gelişti.

Truss’un İsrail ve İran’a yönelik duruşu, Londra’yı bölgesel konularda ABD’nin pozisyonuna yönelteceğini gösteriyor. Nitekim Truss, Biden yönetimiyle ilişkilerini güçlendirme niyetini dile getirdi ve Eylül sonlarında New York’ta Biden ile görüşmeyi planlıyor. İki lider zaten kilit siyasi konuları tartışmıştı ve Britanya, özellikle de Ortadoğu’daki jeopolitik hırsları beklentileri karşılamazsa Washington’ı daha fazla izler hâle gelebilir.

Üstelik İsrail, Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan ve BAE dahil) ve ABD’nin, İran’ın bölgedeki nüfuzuna karşı aralarındaki askeri iş birliğini sıkılaştıracak bir savunma paktı üzerinde mutabakata varacağı yönünde tartışmalar var. Truss yönetiminde BK böyle bir girişimi desteklemek durumunda kalabilir.

Truss döneminde yakın gelecekte Londra, Ortadoğu’da ABD ve geleneksel bölgesel müttefiklerinin yanında daha fazla yer alan ve daha müdahaleci bir politika geliştirebilir. Günün sonunda Britanya’nın bölgedeki dış politikasının gidişatı, Muhafazakar Parti yönetiminin ömrüne bağlı. Yine de parti iktidarda kaldığı sürece bu ticari ve askeri bağlar güçlenecektir; Brexit’in etkileri ve Muhafazakar Parti’nin mirası düşünüldüğünde partide değişim yaşansa bile yeni gelenler bu ilişkileri devam ettirebilir.