Özet: Eğer Çin’in, uzun yıllardır sürdürdüğü dış politika ve savunma politikası ilkelerinden vazgeçip gün geçtikçe bir küresel güç tutumu sergilemesini sağlayan bir şey varsa, o da Afrika’nın Atlantik kıyılarından Çin’in kuzeybatısına uzanan geniş Orta Doğu coğrafyasıdır. Orta Doğu’nun Çin’in politikalarına yön verebilme yetisi, kendisini on yıllar boyunca uluslararası toplumun ve dünyadaki en güçlü aktörlerin gündeminin tepesinde tutabilmesinden kaynaklanmaktadır. Orta Doğu’nun Çin açısından bu denli önemli oluşu, Avrasya ile Çin Halk Cumhuriyeti’ni birbirine bağlamayı hedefleyen ve 1 trilyon dolar çapındaki bir altyapı inşasını öngören Bir Kuşak Bir Yol Projesi ile Çin’in, gelişen ekonomik ve jeopolitik çıkarlarını koruma ihtiyacından ileri gelmektedir. Çin’in, kendisini mevcut dünya düzeninin koruyucusu olarak sunarak Başkan Donald J. Trump’ın ABD’nin güvenilirliğini sarsıyor olmasından doğan avantajı kullanma isteği de bir başka itici faktördür. Geniş Orta Doğu coğrafyasında yaşanan gelişmeler de Çin’i bölgedeki diğer devletlerin iç işlerine karışmama yönündeki geleneksel ilkelerini yeniden yorumlamak ya da bu ilkelerden kaynaklı yüklü bagajı daha da yüklemek arasında bir tercih yapmak hususunda bir yol ayrımına sürüklemiştir. Bu ilkeler, tamamen ekonomik bir bakışla oluşan ve yabancı askeri müdahaleleri veya üsleri gerektirmeden sorunları çözen sihirli bir değnek gibi görülen bir kazan-kazan yaklaşımının ürünüdür. Her şeye karşın; ekonomik, teknik, askeri ve terör karşıtı iş birliğinin ötesinde bir Orta Doğu politikası ortaya koyma konusundaki eksikliğinden ötürü Çin’in, tipik bir küresel güç olarak ortaya konacak dış ve savunma politikalarını gün geçtikçe daha fazla benimsemesi gerekmektedir ki bu, aynı zamanda Çin’in Orta Doğu’daki birçok çatışma ve ihtilafın içine muhtemelen daha fazla çekileceği anlamına da gelmektedir.