Ulusal ölçekte salgına karşı ortaya konan çabaların bölgesel çapta -ne KİK ne de Arap Ligi [ne de bölge aşırı ölçekteki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)] üzerinden- gerçekleşmediği not edilmeli. Ancak bu şaşırtıcı bir durum değil. Arap Ligi’nin son toplantısının koronavirüs (ve Suriye’nin yeniden üye olarak kabul edilmesine ilişkin anlaşmazlık) sebebiyle iptal edildiği söylendi. Bölgede bulaşıcı hastalıkların yönetimi gibi görece daha az siyasi meselelere ilişkin iş birliği yapılması noktasında sürekli başarısız olundu. Zira bölgedeki devletler arasındaki düşük güven seviyesi, Arap Ligi üyeleri arasında veri, deneyim ve en iyi uygulamaların paylaşılmasını da engelliyor. Al Sharq Forum tarafından yayımlanan Bölgesel Güvenlik Mimarisini konu alan kitabımızda da ifade edildiği gibi, Arap Ligi bölgedeki hastalıkların yönetimi için politikalarını koordine etme ve verileri paylaşma konularında açık bir biçimde başarısız olmuştur.

KİK’in de bu süreçte başarısız olduğu açıktır. COVID-19 salgını, bölgede bir soruna karşı ortaya konan gayretlerin koordinasyonu ve yakın iş birliğinin ancak ikili, en iyi ihtimalle üçlü düzeyde ve stratejik hedefler için (Birleşik Arap Emirlikleri’nin [BAE] Suriye’ye yardım teklifi gibi) olabildiğini bir kez daha teyit etti. Al Sharq Forum’un yayımladığı kitabımızda ifade edildiği üzere geçtiğimiz on yıl içerisinde kurumsal olarak doğru yönde bazı adımlar atılmış olsa bile İİT de benzer bir şekilde şu ana kadar işlevsel bir mekanizma oluşturamadı. Yalnızca, bünyesindeki İslami Kalkınma Bankası aracılığıyla mevcut salgından etkilenen 57 üyesinden 45’i için 2 milyar dolarlık ufak bir ekonomi paket ilân edebildi.  

Orta Doğu’da Sivil-Asker-Koronavirüs İlişkileri

Orta Doğu bölgesi COVID-19 pandemisi ile dünyanın diğer yerleri gibi boğuşurken, dikkatimizi celbeden bir eğilim mevcut: Bölgede pandemiye karşı ulusal düzeyde yapılanlara askerin müdahalesi noktasında farklı uygulamalar görülmekte. Türkiye’de silâhlı kuvvetler sadece salgından korunması gereken bir hedef olarak anılırken, diğer ülkelerde askerin salgına karşı politikaların tasarlanmasında (sivil veya askeri) hükümetlere ya ortak olduğu ya da ulusal/yerel sokağa çıkma talimatlarının uygulanmasını sağlayarak alınan önlemlerin hayata geçirilmesine yardımcı olduğu görülüyor.

Bu eğilimin Orta Doğu bölgesiyle sınırlı olmadığı da ifade edilmeli. Bazı ileri demokrasilerde dahi devlet kapasitesinin bu meydan okumaya karşı koymada yetersiz kaldığı ve sivil hükümetlerin askerden yardım talebinde bulunduğu görüldü. Trump yönetiminin ABD Hava Kuvvetleri’nin yurt dışından test kitlerini taşımaları için yardım istemesi ve İtalya hükümetinin ölüleri hastanelerden mezarlıklara taşımak için askeri araçları kullanması gibi örnekler söz konusu. Buna karşın, İtalya ve ABD gibi batı ülkelerinde bu eğilimin sivil-asker ilişkilerini değiştirmesi pek muhtemel değil.

Bunun aksine, Orta Doğu bölgesi ve çevresinde mesele daha karmaşık bir noktaya gelebilir. Salgın, Tunus ve Cezayir gibi bölge ülkelerinde hassas geçiş dönemlerinin yaşandığı, İran’da da yaygın halk gösterilerinin ve rejime yönelik baskının arttığı bir döneme denk geldi. Rejimin gerçek hasta ve ölen insan sayısını sakladığına ilişkin söylentiler Devrim Muhafızları’na ve İran rejimine karşı eylemleri daha da ateşleyebilir. Cezayir’deki Hirak Hareketi de koronavirüs tehdidinden etkilenecek. Bu etkinin tam olarak nasıl olacağı şu an için kestirilemezken, Cezayir devletinin salgınla mücadelede başarısız olması durumunda Hareket’in devinimini kaybetmesi veya Hareket’e yönelik muhalefetin artması ihtimaller dahilinde.

COVID-19 salgınına karşı ulusal ölçekte ortaya konan gayretlere askerin katılımının, depremler gibi ordunun bizzat hemen etkilenmediği doğal afetlerden farklı olduğunu da not düşmek gerekir. Bu tip durumlarda ordu afetzedelerin tahliyesi, aranması ve kurtarılması faaliyetlerinde ve afet sonrası inşa çalışmalarında yardımcı olabilmekte ve bu sebeple siyasi nüfuz elde etme veya zaten var olan siyasi gücünü arttırma imkânı bulmakta. Ancak salgının ABD’den (ABD topraklarındaki askerlerin arasında yaşanacak bir salgından korkulurken, Afganistan’daki Amerikan askerleri arasında hastalığa kapılanlar oldu) Mısır’a (hâlihazırda üst rütbeli bazı ordu mensupları koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi) kadar birçok orduyu etkileme potansiyeli var.

Bu yüzden, aynı sivil hükümetler gibi orduların da prestiji ve aurası bu salgından ötürü erozyona uğramaya açık. Tunus’ta demokratik sivil bir yönetime geçişe müsaade etmesi sebebiyle ordu övgüye mazhar olmuştu ancak COVID-19’a karşı ulusal stratejinin hem tasarlanması hem de uygulanması noktasında ordunun müdahalesi çok açık. Hem Tunus ordusunun müdahalesinin bu salgından sonra kalıcı olup olmayacağını hem de ülkedeki sivil-asker ilişkilerinin nasıl dönüşeceğini görmek bakımından şu anki gelişmeleri takip etmek ilgi çekici olacak.  

Pakistan gibi ülkelerde ise mevcut salgın ordu için bir fırsat kapısı teşkil ediyor. Salgın Pakistan’ı en zayıf olduğu dönemde -büyük bir nüfusu zayıf bir sağlık altyapısı ve polis kuvvetiyle yönetmek zorunda- vururken, Pakistan ordusu şu an politikayı etkili bir biçimde, hatta İmran Han hükümetinin salgına yönelik ilk tutumuyla zıt düşmek pahasına kontrol ediyor. Bangladeş ve Lübnan’da sokağa çıkma yasağının uygulanması için orduya çağrı yapılmış olsa da iki ülkede de şu an için bir askeri darbe beklenmiyor. Artan popülarite, bu sürece dahil olan tüm silâhlı kuvvetler için hâlâ bir tali kazanç niteliğinde olsa da bu popülarite ileride politik hedefler için kullanılabilir.

Mısır gibi ordunun etkin bir şekilde yönetimde olduğu ülkelerde ordunun salgına yönelik ilk adımı, sadece kendisinin bu sorun ile “baş edebileceğini” ortaya koymak oldu. Mısır ordusu 1990’lardaki gıda kıtlığı sorununda olduğuna benzer bir şekilde öne çıkıp kendisine bir rol biçti ve Kahire’nin merkezindeki asfalt yolları “dezenfenkte” ederek pek de işe yarar olmayan bir faaliyette bulundu. Öte yandan, eğer Sisi hükümetinin salgınla mücadelede etkili olma noktasında başarısız kaldığına inanılır ve Mısır ekonomisi de diğer ekonomiler gibi sert bir darbe yerse, yeni dinamikler ortaya çıkabilir ve sivil-asker ilişkileri bir kez daha karmaşık hâle gelebilir.