(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)
“Askeri Operasyon İdaresi (önceki bilinen adıyla Fethul Mubin Operasyon Odası)” altında faaliyet gösteren Suriyeli muhalif gruplar, Esed rejimi güçleri ve müttefiklerine karşı uzun zamandır konuşulan “Saldırganlığı Caydırma Operasyonu” adlı büyük operasyonlarını başlattı. Operasyon, Suriye rejimi ve müttefiklerinin İdlib’in güneyi ve Batı Halep’e yönelik son zamanlarda artan şiddetli saldırılarının ardından gerçekleşti ki bu saldırılarda çocuklar da dahil olmak üzere çok sayıda sivil can kaybı yaşandı.
El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’nin evrilmiş versiyonu olan Hey’et Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğindeki Askeri Operasyon İdaresi’nin büyük operasyonuna, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) grupları da katıldı. Şok edici bir ilerleme hızıyla, Suriyeli muhalif güçler ülkenin ekonomik kalbi ve Suriye’nin ikinci büyük şehri olan Halep vilayetinin neredeyse tamamını ele geçirdi. Muhaliflerle yıllarca süren yoğun çatışmaların ardından 2016 yılı sonunda Suriye rejimi ve müttefiklerinin kontrolüne geçen Halep, Kasım 2024’teki saldırıyla sadece birkaç gün içerisinde muhalif güçlerin eline geçti. Suriyeli muhaliflerin sekiz yıl sonra Halep’e dönüşü, bu yapıların rejim ve Rus hava saldırılarının yanı sıra İran destekli güçlerin topçu ateşine rağmen son yıllarda kontrol ettikleri bölgelerde gerçekleştirdikleri büyük saldırıya iyi hazırlandıklarını kanıtladı. Halep’in büyük bir kısmının düşmesinin ardından Suriyeli muhalifler İdlib’in güneyine doğru harekete geçtiler ve vilayetin tamamını kontrol altına aldılar. Muhalifler sonraki aşamalarda Hama’ya yöneldiler. Ancak rejim burada toparlandı ve muhalefeti şehir merkezinden püskürttü. Bu gelişmeleri, SMO’nun “Özgürlük Şafağı Operasyonu” izledi ve YPG unsurları, Tel Rıfat ile Menbiç’i birbirine bağlayan bir koridor oluşturmada başarısız olduktan sonra muhalif güçlere karşı sert bir direniş göstermeden Tel Rıfat’ı boşaltmak zorunda kaldı. An itibarıyla, rejimin Rusya’nın eylemsizliğinden memnun olmadığı ve bu nedenle destek için bölge ülkelerine yöneldiği bir dönemde, sahadaki durum bir hayli değişken.
Operasyonun Zamanlaması
Suriyeli muhalif grupların saldırısı aylardır dile getirilmesine rağmen Ankara’nın itirazları nedeniyle ertelendi. Esed rejimi ve Rusya’nın İdlib vilayetine yönelik sürekli ve vahşi hava bombardımanı, onlarca sivilin hayatına mal oldu ve rejimin Türkiye ile normalleşme görüşmeleri için masaya oturma konusundaki inatçılığı sonrasında Ankara operasyona yeşil ışık yakmış gibi görünüyor. Ankara, uzun bir süre İdlib’deki statükonun bozulmasından, sonrasında yaşanabilecek olası bir kaostan ve Türkiye’nin güney sınırlarına doğru yeni bir mülteci akınından korktu. Bu nedenle Suriye rejimini diplomatik yollarla ikna etmeye çalıştı.
Bu doğrultuda Türkiye, yaklaşık iki yıldır Esed rejimini müzakere masasına sürekli olarak davet etti. Ancak rejim, Suriye muhalefetine karşı askeri zafer kazandığını düşündüğü için bu çağrı Şam’da duyulmadı. Suriye rejiminin vehmettiği ‘pirus zaferi’ nedeniyle, rejim lideri Beşşar Esed, Ankara ile olası bir normalleşme için Türk birliklerinin Kuzey Suriye’den çekilmesi ve Ankara’nın rejim tarafından ‘terörist’ olarak adlandırılan Suriyeli muhaliflere desteğini kesmesi de dahil olmak üzere birçok ön koşul sundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, rejimle normalleşme isteğini birçok kez üst perdeden dile getirse de Ankara rejimin dayattığı ön koşulları kabul edilemez buldu.
Sonuç olarak Türk kaynaklarına göre Ankara, Astana sürecinde çatışmasızlık bölgelerinden biri olarak belirlenen İdlib’deki eski sınırlara yeniden ulaşmak amacıyla muhaliflerin sınırlı bir operasyonuna onay verdi. Muhaliflerin Halep’teki operasyonu devam ederken, Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, Ankara’nın rızasını şu sözlerle ima ettiği bir bildiri yayımladı: ‘‘İdlip’e yönelik son dönemdeki saldırıların, Astana mutabakatlarının ruhuna ve işleyişine zarar verecek boyuta ulaştığı ve ciddi sivil kayıplara yol açtığı konusunda gerekli uyarıları çeşitli uluslararası platformlarda yapmış ve bu saldırıların durdurulması gerektiğini kayda geçirmiştik.’’ Başlangıçta sınırlı bir operasyon olarak kurgulan şey, muhalif güçlerin modifiye ettiği insansız hava araçlarının da desteklediği büyük bir kara saldırısına hızla dönüştü. Muhalif güçler, Esed rejimi güçleri ve İran destekli milislerden kayda değer bir direniş görmeden Halep’in geniş alanlarını ele geçirdi. Vilayetin farklı bölgelerinde, rejim güçleri muhaliflere karşı bir mücadele içerisine girişmeden kaçtı. Üç günden kısa bir süre içerisinde, Suriyeli muhalifler Halep şehir merkezine ulaştı ve Halep kalesinden fotoğraflar paylaştı. Rusya, Halep’te bu olaylar yaşanırken büyük ölçüde sessiz kaldı. Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov, rejimin bu sefer kendi başının çaresine bakması gerektiğini ima ederek, “Suriye hükümetini Halep cephesinde düzeni sağlamaya çağırıyoruz.” dedi. Rusya daha sonra Halep ve İdlib’de bazı hava saldırıları düzenlese de şimdiye kadar yaşanan gelişmelere çok sert bir şekilde müdahale etmekten büyük ölçüde kaçındı.
Operasyonun zamanlaması da önemli. Saldırı, Rusya’nın Ukrayna cephesinde çok meşgul olduğu bir zamana denk geliyor. Bunun yanında operasyon İran ile ana vekil gücü Hizbullah’ın 14 ay boyunca ciddi darbeler aldığı ve örgüt ile İsrail arasında Kasım ayının sonlarında yapılan ateşkesin hemen akabine denk geliyor.
Suriye’de Statükonun Sonu ve Saldırının Önemi
Yukarıda bahsedilen büyük kara saldırısı, Suriye krizinde yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor ve Ankara’nın Mart 2020’de rejime ve İran destekli milislere karşı düzenlediği ‘Bahar Kalkanı Harekatı’nın’ ardından Suriye’de kurulan statükoya son veriyor. Bu, önümüzdeki dönemde muhalefetin ele geçirdiği bazı bölgeleri kaybetmesi durumunda bile böyle. Yani kısaca cin şişeden çıkmış durumda.
Ayrıca operasyon Suriye’deki kontrol haritasını dört yıldan uzun bir süre sonra ilk kez değiştirmesi itibarıyla da çok önemli. Suriye krizine müdahil olan ana ülkelerin hiçbiri askeri olarak bir diğerine tamamen askeri üstünlük sağlayamadığı ve rakibinin kontrol bölgesini tamamen elimine edemediği için Suriye’de 2020’de ateşkes ilan edilmişti. Mart 2020’de ilan edilen ateşkes, farklı aktörlerin kontrol bölgelerinin sınırlarının katılaşmasına yol açtı. Bu durum yıllarca sürdü. Ancak son yıllarda güç dengesi Türkiye lehine değişti ve Suriyeli muhaliflerin saldırısı için elverişli bir ortam oluştu.
Halep’teki saldırı, rejimin, İran destekli milislerin ve Rusya’nın zayıflığını gösterdi ve muhtemelen yeni hesaplamaların yapılacağı bir dönemin önünü açtı. Önümüzdeki dönemde farklı aktörlerin birbirleriyle bir güç rekabetine tutuşacağı bir süreç yaşanacak gibi görünüyor. Bu durum, ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump’ın Amerikan birliklerini Suriye’den çekmeye karar vermesi durumunda daha da belirgin bir hâle gelebilir ki kabinesinden bazı isimlerin böyle bir karara itiraz etmesi muhtemeldir. Hizbullah’ın üst düzey komuta kademesinin yok edilmesinin ardından, birçok kişi örgütün Suriye’de zayıfladığını düşünüyordu. Yine de hiç kimse Esed rejiminin ve İran destekli milislerin savunma hatlarının çok kısa bir sürede çökeceğini tahmin edemezdi. Aynısı Rusya için de geçerli; birçok kişi Rusya’nın ana güçlerini Ukrayna’ya kaydırdığını, bunun da doğal olarak Moskova’yı Suriye sahasında daha zayıf hale getirdiğini ifade ediyordu. Rusya’nın Ukrayna ile meşgul olması nedeniyle Suriye’de beklenenden de zayıf duruma düştüğü son saldırı ile görüldü. Suriyeli muhalifler hızla Halep’in merkezine doğru ilerlerken, İran Dışişleri Bakanlığı, saldırının Astana Anlaşması’nın açık bir ihlali olduğunu iddia ettiği bir açıklama yayımladı.
Bununla birlikte İran, Astana anlaşmasını ilk olarak ihlal edenlerin, 2020’den önce anlaşmada belirtilen dört çatışmasızlık bölgesinden üçünü askeri olarak ele geçiren Esed rejimi, Moskova ve Tahran olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Esed rejiminin, Rusya ve İran’ın açıklamalarla yetinmesi ve ciddi bir direniş göstermemesi ışığında, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve 7 Ekim’den sonra İran’ın vekillerinin yediği darbeler neticesinde bahse konu tarafların Suriye’deki nüfuzlarının düşünüldüğünden de azaldığı kanıtlandı.
Muhtemel Yansımalar
Halep’in kaybedilmesi, İdlib’in tamamının muhaliflerce ele geçirilmesi, Hama vilayetine muhalefetin yönelmesi ve Tel Rıfat’ın alınmasının ardından Suriye rejiminin Türkiye ve dolaylı olarak Ankara destekli muhalif güçlerle müzakere masasına oturmak zorunda kalması muhtemel. Ayrıca, söz konusu saldırı Ankara’nın Fırat Nehri’nin batısındaki YPG/SDG varlığını tamamen sona erdirme iştahını artırıyor. Menbiç, SDG’nin Fırat Nehri’nin batısındaki son bölgesi olmaya devam ediyor. Bu cephe, Türkiye ile ABD arasındaki görüşmelere bağlı olarak önümüzdeki dönemde de sıcak bir bölge haline gelebilir.
Şimdiye kadar YPG/SDG de kazanması pek mümkün olmayan bir mücadelede kadrolarını kaybetmeye yanaşmıyor gibi görünüyor. Bu nedenle sert bir direniş göstermeden Tel Rıfat’ı terk etmeyi kabul etti. Ayrıca Suriye rejimi geri çekildikten sonra Halep Uluslararası Havaalanı’nı SDG’ye bıraktı, ancak SDG savaşmadan havaalanının kontrolünü HTŞ’ye devretti. Menbiç’te de benzer bir senaryo yaşanacak mı? Bu sorunun cevabı şu an için belirsiz.
Genel olarak, Suriye muhalefeti beklenen Rus müdahalesi karşısında sahada kontrolünü devam ettirmeyi başarırsa, bu durumun Türkiye’nin Suriye’de elini güçlendireceği ve ABD ile Rusya karşısında pazarlık gücünü artıracağı söylenebilir.
Ayrıca, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin önemli bir kısmının Halep’ten geldiği göz önüne alındığında, muhaliflerin son saldırısı sonucu, Türkiye’deki mültecilerin en azından bir kısmının evlerine dönmelerinin önünün açıldığı ifade edilebilir. Hâlihazırda İdlib’deki mülteci kamplarında ikamet eden Halep’in yerinden edilmiş halkı da var olan durumu memleketlerine geri dönme şansı olarak memnuniyetle karşılayacaktır.
Ayrıca, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin Esed rejimiyle normalleşme girişimlerinin sekteye uğrayabileceği de ifade edilebilir. Uzun zamandır, farklı Avrupa ülkeleri Beşşar Esed’in ülkenin çoğunluğunu kontrol altına aldığını ve Suriye’de güvenli alanların oluştuğunu belirterek AB’nin rejimle diplomatik ilişki kurması gerektiğini iddia ediyordu. Muhaliflerin saldırısı muhtemelen mezkûr ülkeleri bu konudaki yargılarını yeniden gözden geçirmeye yönlendirecektir.
Dikkat çekici bir gelişme olarak, operasyonun ana itici gücü olan HTŞ ve lideri Ebu Muhammed El Cevlani’nin, Suriyeli muhalif gruplar arasında popülerlik kazanması olasıdır. Cevlani’nin Halep’e giren muhaliflere yerel halka ve azınlıklara karşı düzgün davranmaları konusunda ılımlı çağrıları ve HTŞ destekli Suriye Kurtuluş Hükümeti’nin Rusya’ya Suriye rejimini terk etmesi çağrısında bulunması, dahası hükümetin Irak’a yönelik siyasi mesajları, oyunun kurallarını önemli ölçüde değiştirmeye istekli olduklarını gösteriyor. Önümüzdeki dönemde Cevlani daha da öne çıkabilir ve Suriye’deki muhalif grupların ana lideri olabilir. Bu nedenle, Türkiye destekli SMO’dan bazı gruplar veya savaşçılar HTŞ’ye katılabilir.
Özetle, Halep’in düşüşü Suriyeli muhaliflere yeniden umut aşıladı. Yukarıda belirtilen saldırı, Suriye’nin Dürzi çoğunluklu güneydeki Süveyda eyaleti ve Suriye Devrimi’nin beşiği olan Der’a gibi diğer bölgelerdeki Suriyelileri de rejimden hoşnutsuzluklarını göstermeye teşvik etti.
Suriyeli muhalif figürler ve gruplar arasındaki mevcut atmosfer, Suriye devriminin ilk günlerini hatırlatıyor. Hatta bazıları mevcut durumu Suriye Devrimi 2.0 olarak lanse etmeye kadar gidiyor. Bu yargının ne ölçüde doğru olduğunu ancak zaman gösterecek.
Son birkaç yıldır Suriye uluslararası gündemden büyük ölçüde düşmüştü. Sözde donmuş çatışmaların, beklenmedik zamanlarda ilgili taraflara kendilerini hatırlatmak gibi kötü bir huyu var. Suriye muhalefetinin yıllar sonra gerçekleştirdiği saldırı bu gerçeği çarpıcı bir şekilde herkese hatırlatıyor.