Özet: Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak seçilmesi Amerika’nın diğer yerlerde olduğu kadar Orta Doğu’ya yönelik dış politikasında da dramatik bir değişime neden olabilir. Kazanması çok daha büyük bir olasılık olan Hillary Clinton’ın başkan olması durumunda Amerika’nın dış politikasında değişimden çok bir süreklilik söz konusu olacaktır. Clinton’un bölgede kendi inisiyatifiyle hareket etme kabiliyeti ise bölgesel gerçeklikler ve hem uluslararası hem de Amerika ölçeğinde daha kapsamlı siyasal ve ekonomik kısıtlamalarla sınırlandıracaktır. Buna ilaveten, seçilecek olan başkan bölgeye seleflerinden daha az ağırlık vermeyi tercih edebilecek olsa bile, Orta Doğu, Beyaz Saray’da bulunanların kafasını meşgul etmek için muhakkak bir yol bulacaktır.

Amerika’nın Demokrat ve Cumhuriyetçi başkan adaylarının dış politikaya dair yaklaşımları her zaman birbirinden farklı olmuştur, ancak bu farklılıklar bu yıl her zaman olduğundan daha keskin olacak gibi görünüyor. Demokratların adayı Hillary Clinton ya da Cumhuriyetçi Donald Trump’un seçilmesi halinde Amerikan dış politikasının, Orta Doğu da dâhil olmak üzere nasıl bir seyir izleyeceğine dair oldukça farklı çıkarımlar söz konusudur. Geldiğimiz noktada Clinton’un seçilmesi çok daha olası görünmektedir. Bu nedenle burada Clinton’un bölgeye yönelik dış politikasının nasıl olabileceği konusuna ağırlık verilecektir.[1] Seçilmesi uzak bir ihtimal olsa da dile getirdiği fikirlerin bazıları pek çok Amerikalıyı cezbediyor olduğu ve bu nedenle de sürekli bir etkisi olabileceği için Trump’un bölgeye yaklaşımı konusu da ele alınacaktır.

Öncelikle yeni Amerika Başkanı’nın, her kim seçilirse seçilsin; ABD Kongresi’nin, medyanın ve kamuoyunun Orta Doğu’ya ilişkin genel kaygılarının üstesinden gelmek durumunda olacağına değinmek önemlidir. Bunlar; Bush yönetiminin Afganistan ve Irak’a yönelik gerçekleştirdiği ölçüde bir müdahaleden kaçınma isteğidir ki bu durum, Obama Yönetimi’nin müdahaleye yönelik isteksizliğinin diğerlerine – özellikle Rusya’ya – bölgede Amerika’nın çıkarlarına etki etmesi gibi bir korkuyla birleşiyor; İran’ın nükleer anlaşmasının Tahran’ın bölgesel politikasında bir ılımlılığa yol açmadığı endişesi; Suudi Arabistan’ın hâlihazırdaki liderliğinin bilhassa Yemen’de, ters etki yaratan politikalarını sürdüreceği korkusu; Netanyahu hükümetinin bir İsrail-Filistin barış anlaşmasının yapılabilmesi konusunda anlamlı bir ilerleme kaydetmemesi anlamına gelecek katılığı ve bunun bir sonucu olarak Amerika’nın bölgedeki çıkarlarının zarar göreceği kaygısı; Sisi rejiminin katı politikalarının Mısır’da çalkantıya yol açacağı ancak Kahire’yi bu doğrultusunu değiştirmeye yönelik çabaların Mısır-Amerika ilişkilerini sadece daha da zayıflatacağı endişesi; Amerika’daki kaya gazı üretimindeki büyümenin ABD’nin yeraltı kaynakları hususunda Orta Doğu’ya daha az bağımlı olduğu anlamına gelebileceği genel anlayışı ve elbette ki Türkiye’nin Amerika ve Batı ile arasındaki ciddi gerilim ve gerginliğin onarılıp onarılamayacağına ilişkin endişe.[2] Tüm bunları hatırda tutarak, başkan adaylarının her birinin bölgeye yönelik Amerika dış politikasını nasıl görebileceği konusuna dönebiliriz.

Clinton: Değişimden Ziyade Süreklilik

Hillary Clinton, pek çok başkanın göreve geldiğindekinden farklı olarak, Başkan Obama’nın ilk döneminde (2009-2013) Dışişleri Bakanı olması nedeniyle, Orta Doğu’ya ilişkin dış politika konularına aşinadır. Clinton’un Esad rejimine yönelik ayaklanmaların başlamasının ardından, 2011 yılında Amerika’nın Suriye’de daha aktif bir rol oynamasından yana olduğu, ancak bunun Obama tarafından reddedildiği söylenmektedir. Kampanyasında yaptığı son açıklamalar da Clinton’un Suriye’ye ilişkin olarak bir şeyler yapmayı istediğini ancak aynı zamanda şu anda Rusya’nın orada ağırlıklı olarak bulunduğunu ve ABD’nin orada önemli herhangi bir şey yapabileceği zamanın artık geçmiş olabileceğinin hakkını teslim ettiğini ortaya koymaktadır.[3] Bu nedenle, Clinton’un Suriye’ye yönelik politikası Obama Yönetimi’ninkinden çok da farklı olmayabilir. Clinton’un Amerika’nın bölgedeki müttefikleri ile yıpranmış olan bağlarını yeniden kurmaya ağırlık vermesi ve bunu yapmak için de oradaki pek çok liderle geniş tecrübelerine dayanması muhtemeldir. Bu yüzden Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail Başbakanı Netanyahu, Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi gibi liderlerle ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) devletlerinin tüm monarklarıyla iletişime geçmeye çalışması oldukça olasıdır. Aynı zamanda Başkan Obama’nın hem Bağdat hükümeti hem de Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yardım ederek Irak Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) Irak’ta yenilgiye uğratma çabalarını sürdürmesi de muhtemeldir. Clinton’ın İran-Amerika ilişkilerinde önemli bir iyileşme olabileceği görüşünde olması mümkün değilse de Obama Yönetimi’nin üzerinde çok çalıştığı İran’la nükleer anlaşmayı korumaya çalışacaktır. Bunun sebebi de oldukça açıktır: ABD ve bölgedeki bazı müttefiklerin İran’ın Suriye’de veya bölgede başka yerlerde yaptıklarından hoşnutsuz olsa da İran’ın nükleer silah elde etme kapasitesine bazı sınırlamalar getirilmesi hiç getirilmemesinden hepimiz için daha iyi olacaktır. Clinton’un Suudilerin Yemen’deki Husilere ilişkin endişelerini paylaşmakla birlikte, Obama Yönetimi’nin Suudilerin Yemen’e yönelik sert müdahalesinin ters etki yarattığına dair kaygılarını devralması da muhtemeldir. Ayrıca Amerikan kaya gazı ABD’yi Orta Doğu petrolüne daha az bağımlı hale getirecek olsa da Clinton’un bölgenin petrol ihracı kapasitesini korumayı ve Arap petrol ihracatçıları ile yakın bir iş birliği içinde olmayı, Amerika’nın müttefikleri ve tüm küresel ekonomi için önemli görmeyi sürdürmesi muhtemeldir.[4]

Clinton’un Orta Doğu liderleri ile arasında Obama’dan daha başarılı bir biçimde angajman sağlaması olasıdır. Ancak bölgedeki mevkidaşları ile daha dostane bağlar kurmuş olması tek başına bazı konulara ilişkin- ki özellikle bu konuların ABD kamuoyu ve Kongre’nin görüşü ile ya da Amerika hukuku ile çakışması durumunda – bu ülkelerin Washington ile olan anlaşmazlıklarını çözemeyecektir. Zira Clinton’un Fethullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmede Obama’dan daha istekli olması ya da bunu yapabilmesi uzak bir ihtimaldir (aslında Clinton Gülen’i iade etmeyi istese dahi Amerika’nın hukuk sisteminin buna izin verip vermeyeceği uzun bir zamandır oldukça netleştirilememiştir).

Ayrıca, Clinton’un bir İsrail-Filistin barışını müzakere etme konusunda Obama’dan ya da daha önceki Amerikan başkanlarının herhangi birinden daha başarılı olmaması da olası görünmektedir. Hatta Clinton’un bu konuda ciddi bir çaba bile göstermeyeceğini öngörebiliriz.

Clinton’un bölge liderleriyle daha iyi ilişkiler içinde olması, Washington’un zarar verici olduğundan endişe ettiği politikaların değişmesini sağlamayacaktır (Yemen’de Suudi müdahalesi ve Sisi’nin ülke içindeki muhaliflerine baskısı gibi). Clinton’un, Obama’nın Amerika’nın İsrailli ve Körfez’deki Arap müttefiklerini İran nükleer anlaşmasının aslında onların çıkarına olduğu ve Amerika’nın bu anlaşmaya verdiği desteğin Amerika’nın onları savunma taahhüdünde bir gerileme anlamına gelmediği konusunda ikna etme başarısını yakalaması da uzak bir ihtimaldir.

Clinton’un kesinlikle yararlı görmeyeceği bir diğer şey, Suriye ile çatışma çözümünde ya da herhangi başka bir konuda Rusya ile iş birliği konusunda çaba göstermek olacaktır.[5] Diğer yandan Clinton, Suriye’deki Rus müdahalesine karşı, daha geniş bir çatışma riski nedeniyle, meydan okumayıp Rusya’nın Suriye’ye yönelik politikasının hem Orta Doğu’da hem de Avrupa’da yaratacağı hayal kırıklığından avantaj sağlama arayışında olacaktır.

Trump: Süreklilikten Çok Değişim

Clinton’dan farklı bir biçimde, Trump’ın dış politika üretme konusunda bir deneyimi yoktur ve görünen o ki Orta Doğu hakkında da çok az bilgi sahibidir. Cumhuriyetçilerin aday gösterme sürecinin ilk evresinde Trump, Bush yönetiminin Irak’a müdahalesine karşı sert bir muhalefet göstermiştir. Diğer yandan Trump, “IŞİD’i yok etme” sözü vermiş ancak bunu nasıl yapacağını açıklamamıştır. İran’la nükleer anlaşmaya karşı muhalefet etmiş ve tümden bir yana atılmayacaksa da anlaşmanın değiştiğini görmeyi isteğini belirtmiştir. Ancak bu anlaşma olmadan İran’ın nükleer silahlar elde etmesini nasıl önleyeceği belirsizdir.[6]

Trump’ın, Clinton’dan farklı olarak, Suriye ve diğer konularda Putin Rusya’sı ile çalışma arayışında olacak olması kuvvetle muhtemeldir.[7] Ancak bunu yaparak ne elde edebileceği konusu bir hayli muallaktır. Trump başkanlık seçimi kampanyası boyunca Putin’e ilişkin oldukça olumlu görüşleri olduğunu ifade etmiş olsa da Putin ile iş birliği yapamaması durumunda aniden ve şiddetli bir biçimde Putin’in düşmanı olduğunu açıklaması sürpriz olmayacaktır.

Trump’ın göklere çıkarılan müzakere yetisinin, hepsinden değilse de Orta Doğulu liderlerin büyük çoğunluğundan istediğini elde etmesini sağlayacağı düşünülebilir. Bu anlamda, bunun gerçekleşmemesi durumunda ki bu kuvvetle muhtemeldir, hayal kırıklığına uğraması mümkündür. Aslında Trump’ın kavgacı kişiliğinin Orta Doğulu liderlerle anlaşmaya varmasına yardımcı olmak yerine Orta Doğu’nun kendi kavgacı liderleri ile çatışmasına ve daha az kavgacı liderlerle de arasının açılmasına yol açması olasıdır. Trump Amerika’nın Orta Doğu’da ve başka herhangi bir yerdeki geleneksel müttefikleri ile arasının açılması riskini Clinton’dan daha çok taşımaktadır.

Ancak Orta Doğu’da istediğini yapamamasının nedeni ne olursa olsun, Trump bu bölgenin dikkate değer olmadığına karar vererek tepkisini gösterebilir. Amerika’nın petrol konusunda Orta Doğu’ya bağımlılığının azalması Trump tarafından bölgeden çekilme ya da bölgeyi görmezden gelme gerekçelerinden biri olarak sunulabilir. Amerika’nın bölgeden ithal edilen petrole bağımlı müttefikleri Trump tarafından diğer kaynaklardan (Amerika ve Rusya gibi) petrol almaya ya da burasının kendileri için çok önemli olması durumunda kendi başlarına Orta Doğu ile baş etmeye çağrılabilir.

Böylesi bir yaklaşımın Orta Doğu’da bölgede istikrarı artırmak şöyle dursun Amerika’nın etkisini artırmaya hizmet etmeyeceğini söylemeye gerek yoktur. Ancak Orta Doğu’nun Amerikan dış politikası için önceki yönetimlerin düşündüğü kadar önemli olmadığına karar vermesi halinde, bu durum Trump’ı ilgilendirmeyebilecektir. Aslında Trump- ve destekçilerinin çoğu- Orta Doğu’nun, Amerika burada aktif bir biçimde sürece karışsın ya da karışmasın, berbat bir hal alacağına ve bu nedenle ABD’nin bölgenin uzun ömürlü sorunlarına karışmaktan geri durmasının bu batağa saplanıp kalmasından daha iyi olacağına güçlü bir biçimde inanabilir.

Amerikan Politika Tercihleri ve Bölgesel Gerçeklikler

Trump Yönetimi’nin Orta Doğu’ya (ve dünyaya) yönelik dış politikası Clinton Yönetimi’ninkinden çok daha dengesiz ve melodramatik olacaktır. Ancak Clinton’ın başkan olması çok daha olası göründüğü için, onun değişim yerine devamı vurgulayan politikasının uygulanması kuvvetle muhtemeldir. Yine de Amerika kamuoyunun müdahaleye karşı isteksizliği, Amerika’nın Orta Doğu petrolüne bağımlılığının azalması, Rusya, Çin ve Avrupa’ya ilişkin Amerikan endişelerinin yükselişi ve Amerika’nın Orta Doğu’daki her şeyin pek çoğuna erişemeyeceği genel anlayışı gibi faktörler Clinton yönetiminin bu bölgede aktif bir politika sürdürme becerisini sınırlayabilir.

Daha önceki Amerika başkanlarında gözlendiği gibi, Clinton yönetiminin Orta Doğu’daki olaylar karşısında tepkisel bir politika izlemeye son vermesi ve bunun yerine kendi yönetiminin bölgeye yönelik vizyonunu sürdürmeye odaklanan bir politika üretmesi olasıdır. Aslında Bush ve Obama yönetimlerinin birbirinden farklı büyük vizyonlarının her ikisinin birden Orta Doğu gerçeklikleri karşısında nasıl kösteklendiğini görerek, tüm hedeflerinden vazgeçebilir ve olaylara gidişata göre tepki vermeye ve bölgedeki sorunları çözmekten ziyade sadece kontrol altına almaya çalışmaya odaklanabilir. Dışişleri Bakanlığı deneyimi onu, bunun Amerika’nın yapabileceği en iyisi ve aynı zamanda en fazlası olduğuna ikna edebilecektir.

Ancak bölgeyle ilgilensinler ya da ilgilenmesinler, Orta Doğu daha önceki Amerika başkanlarını meşgul etmenin yolunu bir şekilde bulmuştur. Hal böyleyken, müstakbel Amerika başkanı için de aynı durumun söz konusu olması çok olasıdır.

Referanslar

[1] Seçimlere ilişkin bilgi için bakınız: FiveThirtyEight 2016 Election Forecast,” http://projects.fivethirtyeight.com/2016-election-forecast/ (Site birkaç saatte bir güncellenmektedir)

[2] Amerika’nın Orta Doğu’ya yönelik tutumu konusunda Shibley Telhami’nin Brookings Institution tarafından yayınlanmış çeşitli çalışmalarına bakılabilir: (https://www.brookings.edu/author/shibley-telhami/?type=research)

[3] Josh Rogin, “Will Hillary Clinton deliver on her promise to ramp up U.S. involvement in Syria?” Washington Post, 23 Ekim 2016, https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/will-hillary-clintondeliver-on-her-promise-to-ramp-up-usinvolvement-in-syria/2016/10/23/1f2788e4-97bd-11e6-bc79-af1cd3d2984b_story.html?utm_term=.a551388cc8ca

[4] “From the Middle East and Asia to Europe and our own hemisphere, Hillary will strengthen the essential partnerships that are a unique source of America’s strength.” “National Security” konulu sayfa: https://www.hillaryclinton.com/issues/national-security/

[5] Jack Goldstone, “The results of the US election will greatly influence relations with Russia,” Russia Direct, 5 Ekim 2016, http:// www.russia-direct.org/opinion/results-uselection-will-greatly-influence-relationsrussia

[6] “Donald Trump on foreign policy,” http://www.ontheissues.org/2016/Donald_Trump_Foreign_Policy.htm

[7] “Donald Trump, Putin’s puppet,” Washington Post, 10 Ekim 2016, https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/donald-trump-putinspuppet/2016/10/10/451f099e-8f0e-11e6-a6a3-d50061aa9fae_story.html?utm_term=.939840c307fc