Günümüz bölgesel ve uluslararası düzeni, hâlihazırda liberal demokrasilerin yanı sıra devlet kurumlarının yalnızca Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) coğrafyasında değil, eş zamanlı olarak Batı’da da yaşanan bir krizin tam ortasında yeniden şekillenme süreci içerisindedir. Küresel bağlamda aşırı milliyetçilik, yabancı düşmanlığının kaynaklık ettiği; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve Avrupa Birliği (AB) gibi geleneksel müttefikler arasında dahi baş gösteren güven bunalımının yanında politik olarak bir tür sağa kayma eğilimi söz konusudur. MENA Bölgesi’nde Batılı ülkelerin desteğiyle kurulan bölgesel düzen bugün artık anlamını yitirmişken; ABD, İngiltere ve Fransa’nın görünürde bölgeden geri çekilme arzusu diyebileceğimiz veya bölge ile ilişkilerinde yalnızca silah satışına odaklanan dış politikaları, hudutları belli olmayan, belirsiz bir görünüm arz etmektedir. Bu durum, bölgede bir güç boşluğu yaratmıştır ve Rusya’nın yanında Çin’in de artan nüfuzuyla birlikte bu güç boşluğunun gün geçtikçe yeni bölgesel aktörler tarafından doldurulduğu gözlemlenmektedir. Suudi Arabistan Krallığı ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında sıkı bir ittifak ilişkisinin kurulması ve bu ikilinin İsrail ile yakınlaşması, siyasal İslamcı hareketlere karşı düşmanca bir atmosferin oluşmasına sebep olmuştur.