(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)
Özet: Arap Baharı sadece merkez üssü Kuzey Afrika’yı değil tüm Afrika kıtasını etkileyen dönüştürücü bir sarsıntıdır. Afrika Birliği (AfB) ve bünyesindeki güç odakları, uluslararası ilişkilerini Arap Baharından sonra değişen kıtasal güç dengesine göre düzenledi. Türkiye açısından ise, Ankara’nın Kahire ile siyasi anlaşmazlığına ve Afrika’nın iç işlerine alışılmadık dahlinin yarattığı birçok soruna rağmen, Arap Baharı ne Afrika ile var olan ticari bağları ve kalkınma iş birliği projelerini ne de AfB ve Türkiye arasındaki olağan toplantıları aksatmış görünüyor. Bu uzman görüşü kıtadaki güç dengesinin nasıl değiştiğini ve bu değişimin AfB-Türkiye ilişkilerini ne şekilde etkilediğini inceliyor. Ankara jeopolitik değişimlere başarıyla ayak uydurduğu sürece, AfB içinde Türkiye’ye yönelik şimdiye kadar lehte olan algı muhtemelen sürecektir. Daha da önemlisi hem AfB hem de Türkiye daha adil bir küresel düzen ve Afrika’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde daha fazla temsil edilmesini öngörüyor.
Giriş
Türkiye kısa bir sürede kendisini “yeni bir Afrika gücüne”[i] dönüştürdü. Başarısının arkasında uluslararası, ulusal ve bireysel saiklerin bir birleşimi yatıyordu. Birincisi, başta Çin olmak üzere yükselen güçler Afrika ülkeleriyle bağ kurmaya giderek daha çok önem atfederken Türkiye bu Afrika’ya yöneliş hamlesinde geri kalmak istemediği için Afrika girişimini daha geniş anlamda küresel bir güç statüsü kazanma amacına entegre etti.[ii] İkincisi, Türkiye 2002’den bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında içeride daha istikrarlı bir ortama kavuştu ki bu da ülkenin Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) gibi devlet kurumları üzerinden daha fazla yumuşak güç kullanmasını ve havayolu taşımacılığı ve savunma sanayii gibi kritik alanlarda rekabet kapasitesini arttırmasını mümkün kıldı.[iii] Üçüncüsü, Afrika, dünyadaki Afrikalı olmayan liderlerin herhangi birinden daha fazla olarak, 30 kadar Afrika ülkesine 53 ziyaret gerçekleştiren Erdoğan’ın küresel vizyonunda oldukça önemli bir yere sahiptir.[iv]
Afrika, Türkiye’nin kıtada varlığını arttırdığı sırada köklü siyasi ve ekonomik değişimlerden geçti. 2010-2012 Arap Baharı kıtada değişen genel görünüm için bir dönüm noktası olarak alınabilir. AfB içinde iki önemli güç odağı olan Kahire ve Trablus, Arap Baharının başlamasından sonra bir süreliğine kenara itildi. Görünen o ki AfB’nin merkezi olan Addis Ababa, Etiyopya’nın kendi iç savaşına da eşlik eden bu değişimden nemalanarak Mısır’ın Nil havzasındaki hegemonyasına meydan okudu. Arap Baharında bir istisna olan Fas, AfB içinde Cezayir karşısındaki nüfuzunu görece arttırdı. Geriye kalan AfB güç odakları Nijerya ve Güney Afrika ise kıtadaki nüfuzları birtakım iç sıkıntılardan etkilense de birliğin yeni potansiyel liderleri olarak öne çıktı. Daha basit ifadeyle Arap Baharı, Türkiye’nin 2008’den beri stratejik bir ortağı olduğu Afrika Birliği (AfB) içindeki güç dengesinde bir değişime zemin hazırladı.[v] Kıtadaki güç dengesinin nasıl değiştiği ve AfB-Türkiye ilişkilerini hangi açılardan etkilediği bu uzman görüşüne yön veren temel sorulardır.
Arap Baharı ve Afrika’da Değişen Güç Dengesi
Otoriter rejimleri devirip halka öz-yönetim getirme vaatleriyle Arap Baharı ve bölgede yeniden tesis edilen otoriteryenizm ve çıkan iç savaşlarla ortaya çıkan kış, kıtadaki güç dengesini Kuzey Afrika’nın aleyhine bozdu. Kilit unsurlarından biri şiddet olan güç boşluğu[vi] ve sonucunda Kuzey Afrika’nın kıta siyasetindeki rolünün azalması özünde Libya lideri Muammer Kaddafi’nin düşüşüyle bağlantılı. Kaddafi, can çekişen Afrika Birliği Örgütü’nün (ABÖ) canlı AfB’ye dönüştürülmesinde merkezi bir rol oynamıştı. Fonlama formülündeki reform; ülkesinin Cezayir, Mısır, Nijerya ve Güney Afrika ile birlikte yeni AfB bütçesine yapılan yıllık katkıların yüzde 66’sından fazlasını ödemesiyle sonuçlandı.[vii] Ayrıca Kaddafi AfB’yi daha güçlü bir Afrika Birleşik Devletleri’ne dönüştürmeye çalıştı ama bu çabaları sonuçsuz kaldı.[viii] Kaddafi sonrası Libya iç savaşla karışırken ülke AfB içindeki nüfuzunu neredeyse bir gecede kaybetti.
Mısır da Arap Baharı ve sonucunda kıta siyasetinde yaşanan değişimden doğrudan etkilendi. Cemal Abdunnasır döneminde Kahire Afrika siyasetinde o kadar etkiliydi ki ABÖ 1973 Yom Kippur Savaşı’nın ardından İsrail ile bağları koparmayı öneren bir karar geçirmişti.[ix] Ancak Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek Nasır’ın Sahraaltı Afrika’daki etkisini sürdürmedi. Mısır, Afrika liderlerinin mevcut Afrika güvenlik mimarisinin kurucu fikirleri üzerinde uzlaştığı 1992 ABÖ zirvesine ev sahipliği yapmış olmasına rağmen Mübarek, 1995’te Addis Ababa’da bir suikast girişiminden kurtulduktan sonra takip eden kıta toplantılarında pek yer almadı.[x] Muhammed Mursi ise kısa süren başkanlığı döneminde Mübarek’in Afrika’ya yönelik ilgisizlik politikasını tersine çevirmeye çalıştı.[xi] Arap Baharı sonrası Mısır Anayasası Mısır’ın “Afrika kıtasına bağlı”[xii] olduğunu teyit etmişti. Abdulfettah Sisi hükümeti ise Afrika siyasetiyle daha fazla ilgili olduğunun bir işareti olarak AfB’nin 2014 Malabo Zirvesi’nde yeni Mısır Kalkınma İşbirliği Ajansı’nın kurulduğunu duyurdu.[xiii]
Mısır’ın Afrika’daki nüfuzunu yeniden tesis etme girişimlerine, AfB’nin merkezi olan Etiyopya tarafından itiraz edildi. Kenya Başkanı Uhuru Kenyatta, “Etiyopya anamızdır. Anne huzurlu değilse aile de huzur bulamaz.”[xiv] diyerek Addis Ababa’nın kıtasal önemini veciz bir şekilde vurguladı. Tarih bu sözü birçok defa kanıtladı. Arap ayaklanmaları döneminde Etiyopya devlet medyası ayaklanmaları Etiyopya’nın çıkarlarına uygun olarak tasvir ediyordu.[xv] Addis Ababa’nın ilgilendiği başlıca konu Büyük Etiyopya Rönesans Barajı’nın (GERD) inşasıydı. Projenin zamanlaması nedeniyle Etiyopya, Mısır’ın Arap Baharı sonrası istikrarsızlığından faydalanmakla suçlandı.[xvi] GERD hakkındaki Etiyopya-Mısır anlaşmazlığı sürerken Etiyopya’nın Tigray bölgesinde silahlı bir isyan patlak verdi ve ardından Ekim 2019’da Oromia bölgesinde Abiy Ahmed Ali hükümetine karşı ölümlerle sonuçlanan protestolar yaşandı.[xvii] Buna karşılık fırsattan istifade eden Mısır’ın devletçi medyası Etiyopya’daki olayları “Abisina Baharı”[xviii] olarak tanımladı. Her ne kadar muhalif güçlere lojistik destek verdiği kanıtlanmamışsa da Mısır, yeniden müzakerelere daha az kararlı bir Etiyopya ile başlamak istemiş olabilir. Günün sonunda iki güç odağı arasındaki rekabet, birbirlerinin enerjisini tüketerek Arap Baharı sonrasında Afrika güç dengesindeki konumlarını görece zedeledi.