Özet: Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik diplomatik çabalarından haftalar ve aylar sonra, her iki ülkeyle ilişkilerin de aynı hafta içinde, Türkiye’de yeni hükümetin kurulmasından sadece bir ay sonra düzene girdiği haberleri gelmiştir. Türkiye ve bu iki komşu ülke arasında uzlaşmanın sağlanmasında hem yerel hem de bölgesel faktörler oldukça önemli olmuştur. İlişkilerin iyileşmesinde iç faktörler bir katalizör görevi görebilse de ilişkilerin Türkiye’nin dış politikası bağlamında gelişmesinde bölgesel etkenler önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile ilişkilerinin onarılmasında rol oynayan önemli etkenler arasında Orta Doğu’da sürmekte olan güvenlik sorunları, Türkiye’nin terörle mücadelesindeki sorunların dallanıp budaklanması, Türk politikacılar ve Batılı mevkidaşları arasındaki görüş farklılıkları ve Rusya ile sorunlu ilişkinin olumsuz ekonomik etkileri sıralanabilir.

Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile diplomatik ilişkilerini onarıyor olduğu yolundaki haberler 2016 yılı Haziran ayı sonunda, aynı hafta içinde duyurulmuştu.[1] Aşağı yukarı aynı tarihlerde Mısır ve diğer ülkelerle ilişkilerin normalleşmesi konusu da konuşuluyordu. Bu konular hâlâ tartışılmaktayken, Türkiye hem iç hem de dış politikasını dramatik bir biçimde etkileyen bir darbe girişimi yaşadı. Gazetelerin “düşmanların sayısını azaltmak ve dostların sayısını artırmak” minvalinde başlıklar ve argümanlarla dolup taşmasının yanı sıra, akıllarda Türkiye’nin dış politikasında neler olduğuna ilişkin pek çok soru vardı. Bu hızlı eksen kaymasının nedenleri nelerdi? Türkiye’de hükümetin değişmesinin bunda etkisi var mıydı? Bunlar değişmekte olan bölgesel dinamiklerin bazı sonuçları mıydı ya da iç siyasi ve ekonomik konular nedeniyle mi ortaya çıkmıştı? Bazı dış politika önceliklerinin revizyonunda iç değişkenler önemli bir rol oynamış olmakla birlikte, karar vericilerin pek çok konu hakkında duruşlarını yeniden konumlandırmasına yol açan şey önemli ölçüde bölgesel faktörlerdi.

Klasik ittifak ilişkilerinin sorgulandığı ve parçalara ayrıldığı bir çağda yaşıyoruz. Türkiye ve ABD ve diğer bazı NATO üyelerinin Suriye ve Irak’taki çatışmalar konusundaki görüş ayrılıkları dikkate alındığında, bu durum Türkiye için de geçerlidir. Arap ayaklanmalarını takiben başlayan Orta Doğu’daki istikrarsızlık beşinci yılında ve ufukta bölgenin sorunlarına ilişkin hızlı bir çözüm görünmemektedir. Genel olarak Orta Doğu’nun sorunlarının ve daha özelde de Irak ve Suriye’deki sorunların Türkiye için çok önemli siyasi, ekonomik ve sosyal sonuçları var ve bunlar önemli ölçüde olumsuz. Diğer bölgesel sorunlar da Türkiye’nin, dünyanın başka bölgelerinde bulunan aktörlerle ilişkisini etkilemektedir. Uzun vadeli stratejik bir müttefik olan ABD ile ilişkiler, Irak ve Suriye konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle ciddi biçimde zedelenmiştir. Türkiye ve batılı müttefikleri arasındaki bu ayrılıklara ek olarak, batı başkentlerinin, darbe girişimini zayıf ve geç bir biçimde kınamış olması, ABD ve Avrupa ülkelerine yönelik içerideki eleştirilerin sesini güçlendirmiştir. Türkiye ve AB arasındaki Suriyeli Kürtler ve mülteciler konusundaki görüş ayrılıkları, birliğin bazı üyeleriyle ilişkilere zarar vermektedir. 2000’li yılların başında tarihi olarak zirvede olan Türkiye Rusya ilişkileri Suriye’deki çatışmalarla ciddi bir biçimde yara almıştır.

Türkiye’nin Avrupa’yla, özellikle de Avrupa Birliği’yle ilişkileri iç ve dış politika değişikliğinde her zaman bir kolaylaştırıcı olmuştur. Orta Doğu’dan kaynaklanan bu büyük sorunların mevcudiyetinde, AB bir payanda ve sorunlara çare olarak görülmüştür. Ekonomik krizin sarsıntıları ve kıtanın farklı köşelerinde artmakta olan yabancı düşmanlığı göz önünde bulundurulduğunda, AB ile mevcut ilişkiyi aynı seviyede sürdürmek dahi Türk hükümeti için zor bir görev olmaktadır. Türkiye’de 2015 yılındaki genel seçimler ve buna eşlik eden siyasi belirsizlikler, Türkiye’nin AB’ye katılma sürecinin canlanacağına dair umutlara zarar vermiştir. Temmuz 2015’ten sonra Kürt meselesi istikametindeki dönüş ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) tehdidini kentlerde ortadan kaldırmayı hedefleyen ardıl operasyonlar, barış sürecinin kaldığı yerden devam etmesini isteyen Avrupa kurumlarında bazı endişelere yol açmıştır.[2] Mülteci sorunu geçtiğimiz yıl AB için büyük bir baş ağrısı olmuş, Türkiye ve AB arasındaki protokol bu konuyu Türkiye’nin AB’ye katılmasını canlandırmak için katalizöre dönüştürmüştür. Brexit ve Türkiye’nin üyeliğine ilişkin tartışmalar yanı sıra, kampanya süresince devam eden mülteci konusu Türkiye-AB ilişkilerine başka bir boyut eklemiştir. Avrupa başkentlerinin ve AB kurumlarının başarısız darbe girişimi sırasında Türkiye demokrasisini destekleyen açıklamalarının yavaş gerçekleşmesi ve cılız olması hem Türk elitinde hem de kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştır. Tüm bu gelişmeler neticesinde, AB’nin Türkiye’nin iç ve dış politikasında değişim için etkili bir kaldıraç olması ihtimali giderek azalmaktadır.

Bölgesel ve Uluslararası Faktörler

Bu değişimlere, Türkiye’nin dış politika seyrindeki değişimi etkileyen bazı etkenleri de ele alarak teker teker bir göz atalım. NATO ittifakı ve ABD ile ilişkiler Soğuk Savaş yıllarından bu yana Türkiye’nin dış politikasında mihenk taşı olmuştur. Geçmişte bu ilişkide iniş çıkışlar olmuştur, ancak Soğuk Savaş’tan sonra, özellikle 2003 yılında Irak’la ilgili anlaşmazlıklarda, sorunlar daha da açık hale gelmiştir. Türkiye ve ABD’nin öncelikleri, Arap ayaklanmalarını izleyen son birkaç yılda giderek birbirinden ayrılmıştır. ABD tarafında “Asya’ya yöneliş” söylemleri, bölgesel ittifak ve önceliklerin değişmekte olduğuna dair işaretler Türk dış politikasının bölgeye yönelik parametrelerini etkilemiştir. Arap ayaklanmalarını takiben Orta Doğu’da ortaya çıkan bölge çapındaki değişiklikler iki ülke tarafından oldukça farklı şekilde yorumlanmıştır. Bölgedeki siyasi, ekonomik ve sosyal sorunların boyutları bölgesel aktörlerin kapasitelerinin ötesindedir ve küresel aktörlerin katkılarını gerektirmektedir. ABD öncülük etmemesi ve ilgi göstermemesi, Orta Doğu’yu uluslararası politikada süper güç statüsünü yeniden elde etmek için bir fırsat olarak gören Rusya tarafından doldurulacak bir boşluk bırakmıştır. Böylece, Suriye’deki ayaklanmanın sivil bir protesto hareketinden askeri bir çatışmaya dönüşmesi bölgesel politikanın parametrelerini değiştirmiştir.

Geçtiğimiz yıldan bu yana, Türkiye aynı anda iki terör örgütü tehdidi ile uğraşmak zorunda kalmıştır: PKK ve IŞİD. 2015 Haziran ayındaki seçimlerden sonra Kürt meselesinde ‘çözüm sürecinin’ çökmesi ve IŞİD karşıtı koalisyon üyelerinin arasındaki koordinasyonun artması Türkiye’nin bazı kentlerinde bir şiddet döngüsüne yol açmıştır. IŞİD, Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyonda etkinliğinin artmasının bir sonucu olarak, Ankara’yı politikasını gözden geçirmeye zorlamak amacıyla Türk kentlerini hedef almış ancak bundan bir sonuç alamamıştır. Haziran ayındaki seçimlerden sonra istikrarlı bir hükümet oluşturmakta başarısız olan Türkiye, geçici bir hükümetle bu güvenlik sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Söz konusu zamanda 211 vatandaşını IŞİD terörü nedeniyle kaybetmiştir.[3] Kısa bir kargaşa sürecinin ardından, 1 Kasım 2015 genel seçimleriyle AK Parti’ye tek başına bir hükümet kurma görevi verilmiştir. Yeni hükümetin kurulduğu günde, 24 Kasım 2015’te, Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus jeti Türk Hava Kuvvetlerince vurulmuştur.[4] Rusya’nın Suriye’de gerçekleştirdiği askeri müdahalelerle birlikte bu gelişme, Türkiye’nin güvenlik ve dış politikasını doğrudan etkilemiştir. Türkiye ve Rusya 2000’li yıllar süresince daha yakın ilişkiler geliştirmiş, Orta Doğu ve Kafkasya’daki bazı dış politika meseleleri hakkındaki farklılıklarını bundan ayrı tutmayı başarabilmişti. Rus jetinin düşürülmesiyle birlikte bu durum sona ermiş ve bu andan itibaren Rusya hem uluslararası hem de bölgesel düzeyde Türkiye’nin menfaatlerine zarar vermek için tüm fırsatları kullanmıştır.

Mevcut ittifak yapısının güvenilirliğine ve Orta Doğu’da, özellikle de Irak ve Suriye’de, süren istikrarsızlığa ilişkin sorunlar giderek Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarına zarar vermeye başlamıştır. Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidinin boyutu ve bunun istikrar, ekonomi ve turizm anlamında ülkeye etkileri, karar alıcıların Türkiye’nin dış politikasını, özellikle de Orta Doğu’daki politikasını, yeniden ayarlamasına yol açmıştır. Ayrıca, Türkiye’de yeni bir hükümetin kurulması bu sorunlarla başa çıkmak için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. İsrail ve Rusya ile ilişkilerin onarılması bu bağlamda analiz edilmelidir. Bu iki gelişmeye dair haberler aynı hafta içinde ortaya çıktıysa da her ikisinin de farklı bir politik hedefi, farklı bağlamları vardır ve her iki yakınlaşma da haftalar ya da aylarca süren görüşmeler neticesinde gerçekleşmiştir.

İsrail ile İlişkiler

Türkiye ve İsrail arasındaki görüşmeler 2013’ten bu yana sürmektedir. Türkiye, Mavi Marmara filosuna yapılan saldırının ardından İsrail’den bir özür, tazminat ve Gazze kuşatmasının son bulmasını talep etmiştir. Özür, ABD Başkanı Obama’nın 2013 yılında gerçekleştirdiği İsrail ziyareti esnasındaki müdahalesiyle gelmiştir. Türk ve İsrail yetkilileri arasındaki görüşmeler mağdur yakınlarına ödenecek tazminat miktarına ilişkin bir anlaşmaya varılmasıyla neticelenmiştir. Gazze ablukası ya da kuşatması konusu ise normalleşme sürecinin tamamlanmasında en zor mesele haline gelmiştir. Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından bakıldığında özür ve tazminat ablukadan daha önemliydi. Abluka konusu ise daha çok bölgesel dinamiklerle ilgiliydi. Bölgesel dinamikler yıllar içinde dramatik bir biçimde değişirken Gazze’deki koşullar giderek daha vahim bir hal almıştır. Mısır’daki darbe ve hükümet değişikliği ile Gazze’ye yönelik kuşatma, Gazze Şeridi’nin içindeki yaşam için hayati öneme sahip bazı malzemelerin teminini sağlayan tünellerin tahrip edilmesiyle tam bir ablukaya dönüşmüştür. Gazze’deki halk daha çaresiz hale gelmiş ve temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta sıkıntı yaşamaya başlamıştır. Ablukaya son verilmesine ilişkin şart bu çerçeveden analiz edilmelidir.

Yukarda bahsedilen bölgesel dinamiklerdeki değişimlere ek olarak, Suriye’deki çatışma ve buradan yayılan güvenlik tehdidi bölgedeki birçok ülkenin dış politika ve güvenlik önceliklerini yeniden gözden geçirmesine ve bazı revizyonlar yapmasına yol açmıştır. Suriye’deki çatışmanın ve Hizbullah’ın burada bulunuşunun, kendi güvenliğine yönelik tehdidi azalttığı için İsrail açısından memnuniyet verici bir gelişme olduğunu varsayabiliriz. Suriye’nin kimyasal silahlarının tasfiyesi ve ordusunun tahrip edilmiş olması da İsrail açısından olumlu gelişmeler olarak görülebilir.[5] Ancak, savaş gazisi olarak ortaya çıkan ve İran ve Şam rejiminin diğer müttefikleri tarafından gönderilen silahları ele geçiren Hizbullah’ın gelecekte bu deneyim ve ekipmanını İsrail’e karşı kullanabilecek olması, İsrail’e yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Buna ek olarak, devlet otoritesinin çökmesi ve Suriye içinde birçok terör örgütü ve militan grubun ortaya çıkışı, bu grupların bazılarının bilinmeyen yapıları dikkate alındığında, İsrail için bir başka sorun yaratmaktadır.

İsrail tarafından bakıldığında, bölgesel güvenlik çevresinin yanı sıra İran nükleer programı konusundaki uzlaşı, Mısır’daki gelişmeler ve Türkiye ile yapılacak olası bir gaz anlaşmasının olumlu sonuçlarını da göz önünde bulundurmalıyız. Bu etkenler bir anlaşma açısından ikincil önemde olabilir, ancak resmin büyük kısmında bu ikincil faktörler ilişkileri onarma ihtiyacındaki her iki tarafın politikacılarını ikna etmede bir rol oynamaktadır. Bölgedeki sorunların boyutu, her bir devleti, Orta Doğu’daki diğer devletler ile anlaşmazlıklarını asgari düzeye indime fırsatını aramaya itmektedir.

Türk ve İsrail yetkilileri arasında, bir uzlaşmaya varmak için birkaç görüşme turu yapılmış olduğunu ve bu nedenle de bunun bir gecede ortaya çıkan bir gelişme olmadığını unutmamalıyız. Her iki tarafta da iç siyasi mülahazalar görüşmelerin seyrini etkilemiştir ve İsrail güvenlik kabinesinin bazı üyeleri anlaşmayı onaylamamıştır.[6] Protokollere rağmen, üzerinde uzlaşılan koşulların hayata geçirilmesi ve ikili ilişkilerin iyileştirilmesi için her iki tarafta da çok fazla çaba harcanmasını gerekmektedir. Gerek İsrail’de gerekse Türkiye’de bu türden bir anlaşmaya karşı çıkmayı sürdürecek belli kesimler bulunmaktadır.

Rusya ile İlişkiler

Türkiye ile Rusya arasındaki sorunlu ilişkiler her iki ülkeye de zarar vermektedir. Rusya, Kırım ve Ukrayna’daki faaliyetleri nedeniyle yaptırım altındadır. AB yaptırımları, kamu bankalarına, silah ambargosuna, hassas teknoloji satışına ve petrol sanayiye yönelik ekipmanın ihracatına ilişkin kısıtlamalara ağırlık vermektedir.[7] Bu yaptırımlara ek olarak petrol fiyatlarındaki düşüş de Rusya yönetimi için bazı sorunlar yaratmaktadır. Moskova’nın, Rus vatandaşlarının tatillerini Türkiye’de geçirmelerini önlemeye yönelik talimatları ve Türkiye’den tarım ürünlerinin ithalatını yasaklaması Rusya’ya da zarar vermektedir. İktisadi bir bakış açısıyla, bazı Rus vatandaşları diğer ülkelerde tatil yapmayı karşılayamamış, bunun yanında turizm gelirlerindeki azalma, özellikle Antalya gibi bölgelerde, Türkiye için de bir sorun olmuştur. Rusya ve Batı dünyası arasındaki bu çatışma atmosferi 2015 ve 2016 yıllarında da sürmüş, AB Rusya’ya karşı yaptırımlarının süresini 31 Ocak 2017’ye kadar uzatmıştır.[8] Rusya ekonomisi 2015 yılında yüzde 3,7 daralmıştır. Hem yaptırımlar hem de petrol gelirindeki azalma nedeniyle 2016 yılında ekonominin yüzde 1,2 daralması beklenmektedir.[9] Rusya, ekonomisini kendi başına canlandırmaya yetkin değildir ve Rusya vatandaşlarının satın alma gücündeki düşüş hükümetin kamuoyundaki desteğini düşürdüğünden dolayı Rus politikacılar için bir endişe kaynağıdır.[10]

İlişkilerin bozulması hem Türkiye’de hem de Rusya’da milyarlarca dolarlık birçok projenin dondurulmasına ya da iptal edilmesine yol açmış, bu da her iki ülkeye de ekonomik olarak zarar vermiştir. Türk firmalar Rusya’daki ekonomik kriz nedeniyle son birkaç yılda çok az proje gerçekleştirmişse de Rus jetinin düşürülmesinin ardından ortaya çıkan atmosfer bu bağlamda bir başka darbe olmuştur. Akkuyu Nükleer Santrali ve Türk Akımı gibi Rusya finansmanıyla Türkiye’de yürütülen geniş ölçekli altyapı projeleri de olumsuz diplomatik ortam nedeniyle askıya alınmıştır.

Rus jetinin düşürülmesinin Türkiye için ekonomik sonuçlarının yanı sıra siyasi sonuçları da olmuştur. Rusya uluslararası kuruluşlarda; Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar gibi komşu bölgelerde Türkiye’ye sorun çıkarmak için her fırsatı kullanmıştır. Türkiye, Rus yetkililer ile İran, Irak, Yunan ve komşu diğer ülkelerin yetkilileri arasında irtibatın artmasına tanık olmuştur. Rusya, Orta Asya cumhuriyetlerindeki nüfuzunu bu ülkelerin Türkiye ile ilişkilerinin derecesini düşürmesi için kullanmıştır. Aynı zamanda Türkiye’ye karşı bir karalama kampanyası başlatmıştır. Rusya’nın savlarının bazıları sadece propoganda olsa da özellikle eski Sovyetler bölgesinde bazı zararlar oluşturmuştur.

Türkiye perspektifinden bakıldığında, Rusya ile olumsuz ilişkiler güvenlik, siyasal ve ekonomik anlamda sorunlara yol açmıştır. Rus jetinin düşürülmesinden sonra Ruslar ile PKK-PYD arasındaki irtibat daha sıklaşmıştır. Rusya yönetimi Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) Moskova’da bir büro açmasına dahi izin vermiştir. Rusların PYD’ye silah sağladığı da iddia edilmektedir.[11] Bir Türk helikopterinin, Rusya’dan gelen bir roketatarı kullanan PKK’lı tarafından vurulmuş olduğuna inanılmaktadır. Rusya ve PKK arasındaki bu bağlantının kopması için Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerde buzların çözülmesi zaruridir.

Yukarda bahsedilen etkenlerin yanında, Rusya’nın 15 Temmuz darbe girişimine Avrupa ülkelerine nazaran daha erken tepki vermesi ve 9 Ağustos’ta Petersburg’da Türk ve Rus Cumhurbaşkanlarının toplantı düzenlemesi ilişkileri olumlu bir biçimde etkilemiştir. Görüşmeler sadece iki taraflı ekonomik konulara değil aynı zamanda Suriye ve terörle mücadele gibi bölgesel konulara da odaklanmıştır.

Bahsi geçen uluslararası ve bölgesel dinamikleri göz önünde bulundurarak, Türkiye’nin, Rusya ve İsrail ile ve mümkünse diğer aktörlerle ilişkilerini normalleştirmesi kendi menfaatinedir. Klasik ittifak yapısının değişen parametreleri, Orta Doğu’da güvenlik ortamının bozulması, kısa vadede olumlu bir manzaranın bulunmayışı, terörle mücadelenin zorlukları ve tüm bu sorunların Türkiye için ekonomik ve sosyal sonuçları ülkenin karar alıcılarını komşulardan bazılarıyla ilişkilerini iyileştirmeye yönlendirmiştir. Rusya ve İsrail için de Türkiye ile ilişkilerini iyileştirmek için nedenler bulunmaktadır. Türkiye’deki hükümet değişikliği bu dış politika tanzimini gerçekleştirmek için bir fırsat olarak görülmüştür. Küresel ve bölgesel sorunlar her devleti güvenlik ve istikrar konusuna ağırlık vermeye ve diğer devletlerle aralarındaki anlaşmazlıklara son vermenin yollarını aramaya yöneltmektedir. Bu faktörler Türkiye’yi de bu doğrultuya itmektedir. Rusya ve İsrail ile daha iyi ilişkiler kurmak Türkiye’nin bölgesel sorunlarının bazılarını ortadan kaldıracaktır. Ancak her iki ülkenin hükümetlerinin ve bölgesel atmosferin farklılığı nedeniyle Türk-İsrail ilişkilerinin 1990’lardaki seviyesine döneceğini görmeyi ummamalıyız. Türk-Rus ilişkileri için bazı sorunları arkada bırakmak olumlu bir işarettir ancak her bir ülkenin önceliklerinin pek çok diğer bölgesel konuda ciddi biçimde çatışmakta olduğunu da aklımızda tutmalıyız. Bu çatışan önceliklerle baş etmek zaman alacaktır.

Referanslar

[1] “Erdoğan’dan Rusya ve İsrail açıklaması”, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160627_erdogan_rusya_israil

[2] “Key findings of the 2015 report on Turkey”, http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-15-6039_en.htm

[3] “Key findings of the 2015 report on Turkey”, http://europa.eu/rapid/press-release_ MEMO-15-6039_en.htm

[4] “Rus savaş uçağı ikinci ihlalde vuruldu”, http://www.hurriyet.com.tr/2-ihlalde-vuruldu-40018363

[5] “İsrail Suriye Savaşından karlı çıktığını düşünüyor ama..”, http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/israil-suriye-savasindan-karli-ciktigini-dusunuyor-ama

[6] “İsrail güvenlik kabinesi Türkiye ile anlaşmayı onayladı”, http://www.hurriyet.com.tr/israil-guvenlik-kabinesi-turkiye-ile-anlasmayi-onayladi-40123785

[7] “EU and US impose sweeping economic sanctions on Russia”, https://www.theguardian.com/world/2014/jul/29/economic-sanctions-russia-eu-governments

[8] “EU to extend sanctions against Russia”, https://www.theguardian.com/world/2016/jun/21/eu-to-extend-sanctions-against-russia

[9] http://www.imf.org/external/pubs/ft/scr/2016/cr16229.pdf

[10] Sergay Aleksashenko, “Should Vladimir Putin be concerned about the Russian economy?”, https://www.brookings.edu/2016/02/09/should-vladimir-putin-beconcerned-about-the-russian-economy/

[11] ‘Rusya PYD’ye 5 ton silah verdi’, http://www.milliyet.com.tr/rusya-pyd-ye-5-ton-silah-verdi/dunya/detay/2157234/default.htm