Türkiye-İsrail ilişkileri, geçtiğimiz aylar (ve hatta yıllar) içerisinde yoğun tartışmalara konu olarak, bölgesel gündemin önemli bir maddesi olma hüviyetini korudu. İlişkilerin bozulmaya başladığı 2009 yılından bu yana normalleşme çabaları defaatle gündeme gelmişse de bu konuda tam anlamıyla başarılı bir sonuca ulaşılamadı. 1996 yılında iki devlet arasında imza edilen Askeri İşbirliği anlaşmasıyla tesis edilen ve 2010 yılına kadar sürdüğü kabul edilen ilişkilerdeki “altın çağa” bir daha geri dönülemedi. Bu çıkmaz, iki aktörün dış politika tercihlerindeki ve ulusal çıkar tanımlarındaki değişiklikle açıklanabilecek bir içerik sunuyor. Ayrıca sistemik dönüşümler de ikili ilişkilerin eski düzeyine ulaşmasına mâni oluyor. Hal böyleyken bugünlerde yaşanan son normalleşme hamlesiyle Türkiye-İsrail ilişkileri bahsi geçen çıkmazı aşabilecek mi? Bu soruya cevap verebilmek için ikili ilişkilerin hâlihazırdaki potansiyel imkân ve sınırlılıklarına dair akıl yürütmek gerekiyor.

İmkânlar

Türk savunma sanayisinde son yıllarda yaşanan devrim niteliğindeki gelişmeler, ikili ilişkilerin gelişimine hizmet edebilecek potansiyele sahiptir. Bu çerçevede İnsansız Hava Aracı (İHA) teknolojisinde Türkiye’nin çeşitli askeri harekatlarda kazandığı bariz başarılar sayesinde rüştünü ispat etmesi ve hatta bu alanda dünyanın “süper gücü” olarak anılması oldukça önemli bir artı olarak değerlendirilmelidir. Türk savunma sanayisinin İHA üretimine yönelik girişimlerinin İsrail’den 2000’li yıllarda alınan HERON’ların ya ihtiyacı karşılayamaması ya da geç teslim edilmesi vesilesiyle serpildiğini özellikle not etmekte fayda vardır.[i]

İsrail’in son dönemde geliştirdiği yeni bir teknoloji ise söz konusu İHA üstünlüğüne ket vurabilecek bir niteliğe sahiptir. Iron Beam olarak isimlendirilen ışın teknolojisi ile İsrail, karadan havaya sağladığı savunma yeteneğiyle öne çıkmaktadır. Bu çerçevede oldukça düşük maliyetli bir savunma silahı olan Iron Beam, İHA gibi hava araçlarına yönelik etkili bir biçimde kullanılabilecek bir potansiyele sahiptir.[ii] Bu noktada Türk savunma sanayisinin söz konusu gelişmeleri yakından takip etmesi elzemdir.

Savunma sanayi alanında yaşanan bu gelişmeler, aslında iki ülkenin ortak projeler üretmesi ve hatta bu iki unsuru tamamlayıcı bir biçimde kullanabilmesine yönelik olarak teorik bir imkân barındırmaktadır. Türk savunma sanayi Iron Beam teknolojisini alt edebilecek kapasitede bir ürün ortaya koyana kadar İsrail savunma sanayi ile yakınlaşmak durumundadır. Hakeza Türkiye de İHA üstünlüğünün devamlılığını sağlayabilmek adına söz konusu silahın kendisine karşı hasmane politikalar takip eden devletlerin eline geçmesini önlemelidir. Bu noktada özellikle Yunanistan ve Ege sorunlarına özel bir vurgu koymak gerekmektedir. Iron Beam teknolojisinin Yunan silahlı kuvvetleri tarafından kullanılması durumunda Ege’de oluşan Türk hava üstünlüğü sekteye uğrayabilir. İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasındaki askeri ittifakın boyutları da düşünüldüğünde, Türkiye-İsrail ilişkilerine dair hızlı gelişmeler beklenmelidir.

Ayrıca söz konusu askeri yeteneklerin bir üçüncü ülkeye transferi de ikili ilişkilerin gelişimini hızlandırabilecek bir potansiyele sahip gözükmektedir. Türkiye ve İsrail ikilisinin Azerbaycan ordusuna yaptıkları katkı, 2020 yılının yaz aylarında Dağlık Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılması sürecinde oldukça belirgin bir görünüm kazanmıştır. Hem Türkiye hem de İsrail Azerbaycan’ın söz konusu askeri zaferinde oldukça stratejik bir rol oynamışlardır.[iii] Her iki devletin de Azerbaycan’a verdikleri desteğin görece uzun bir geçmişi olmakla birlikte, gerekçeleri de benzerdir. Türkiye-İsrail ikilisi, Ermenistan-İran ikilisini dengelemenin yolunu Azerbaycan’ı güçlendirmekte görmektedirler.

Yukarıda anlatılanlar doğrultusunda denilebilir ki Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişim potansiyeli, özellikle üçüncü ülkelerle yapılan iş birlikleri üzerinden şekillenebilir. Devlet Başkanı Aliyev’in de mütemadiyen telaffuz ettiği üzere Azerbaycan, Türkiye-İsrail normalleşmesinin en azından kolaylaştırıcılığını üstlenebilecek bir profile sahip gözükmektedir.[iv] Hatta son aylarda yaşanan normalleşme sürecinin önemli bir öğesi olarak da kabul edilmektedir. Bu bağlamda üçüncü bir aktör olarak Azerbaycan, her iki ülkeyle de tesis ettiği stratejik ilişkiler vesilesiyle, dolaylı bir normalleşmenin kolaylaştırıcısı olarak görülebilir.

Üçüncü ülkelerle geliştirilen ilişkiler çerçevesinde Türkiye-İsrail ilişkilerinde dolaylı normalleşme potansiyeli, Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) son dönemde yaşadığı normalleşme üzerinden de okunabilir. Bu çerçevede özellikle BAE’nin İsrail ile oldukça yoğun ve hızlı gelişen ilişkileri göz önünde bulundurulursa Türkiye-İsrail normalleşmesinin bu zeminden faydalanabileceğini de not etmek gerekiyor. İbrahim Anlaşmaları üzerinden tesis edilen Arap-İsrail yakınlaşmasında henüz resmi olarak Suudi Arabistan bulunmuyor olsa da sahip olduğu özgül ağırlık hesaba katıldığında, Türk tarafının ilgili ülkelerle ilişkilerindeki normalleşme rüzgârı İsrail ile ilişkilerinde de olumlu tesirler bırakabilecek potansiyele sahiptir.

İkili ilişkilerin imkânları arasında öne çıkan bir başlık da Doğu Akdeniz’de keşfedilen İsrail gazıdır. Söz konusu doğalgaz yataklarının Batılı pazarlara ulaştırılması, ikili ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinde önemli bir referans olarak kullanılmaktadır. Lakin Türkiye’nin İsrail gazını enerji nakil hatlarına entegre edebilmesi için öncelikle Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Ayrıca İsrail açısından da en makul seçenek, Mısır’ın sahip olduğu LNG tesislerinin kullanılmasıdır.[v] Böylece bir kamu diplomasisi faaliyeti olarak işlevselleştirilen “doğalgaz ortaklığı”, ikili ilişkilerde muhtemelen akamete uğrayacak bir konu başlığıdır. Fakat her halükârda ikili ilişkilerin normalleştirilmesinin kamuoylarına makul bir zeminde anlatılabilmesini sağlayan bir imkân olarak değerlendirilebilir. 

Bir diğer imkân ise Türkiye’deki seçim sürecidir. Muhalefet kanadının gerçekleştirdiği mitinglerle 2023 yılında yapılacak olan genel seçim atmosferine girildiği düşünüldüğünde, Türk siyasetindeki gelişmeler de Türkiye-İsrail ilişkileri açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda gerçekleşecek potansiyel dönüşümler ya da süreklilikler, her iki tarafın da açıklamaları göz önünde bulundurulursa, Türkiye-İsrail ilişkilerinde herhangi bir olumsuzluğa sebep olmayacaktır. Hem iktidar hem de muhalefet kanadı hâlihazırda Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesini savunmaktadır.

Sınırlılıklar

Türkiye-İsrail ilişkilerinin salt iki ülke ilişkilerinden ibaret olmadığını özellikle belirtmek gerekir. Bu bağlamda ikili ilişkilerdeki seyir, Türk-Amerikan ilişkilerinin seyriyle de yakından ilgilidir. Son yıllarda kotarılmaya çalışılan Türkiye-İsrail normalleşme sürecinin de başat tetikleyicisi, Türk-Amerikan ilişkilerini yeniden rayına oturtmak olarak görülebilir.[vi] Bu bağlamda bir süredir Amerikan yönetiminin cezalandırma ve yok sayma hamleleriyle başa çıkmak durumunda kalan Türk dış politikası, çözümün önemli bir ayağını Türkiye-İsrail ilişkilerini normalleştirmekte görmektedir. Bu bağlamda denilebilir ki ikili ilişkilerin gelişim kapasitesi, Türk-Amerikan ilişkilerinin seyriyle paralel bir patikada ilerleyecektir. Şayet bahsi geçen olumsuz politikaların devamlılığı korunursa Türk tarafının İsrail’le ilişkileri geliştirmek için daha fazla politik sermaye yatırmasını beklemek gerçekçi olmayabilir. Benzer bir süreç 2016 yılında yaşanan normalleşme evresinde de gözlemlenmiş ve Türk diplomasisi, Batılı müttefiklerinden aradığı desteği bulamaması sebebiyle, Rusya-İran ikilisiyle yeni bir bölgesel denklem inşa ederek yoluna devam etmiştir. Bu stratejik tercih de bir süre sonra Türkiye-İsrail normalleşmesinin altındaki halıyı çekerek boşa düşürmüş ve nihayetinde Filistin’de yaşanan olumsuzluklar sebebiyle büyükelçiler tekrar geri çekilmişlerdir.

Bir diğer sınırlılık ise İsrail’in Yunanistan-GKRY ile kurduğu askeri ilişkilerdir. Önceki bölümde de anılan söz konusu askeri ilişkilerin boyutu, Yunanistan-GKRY ikilisinin Türkiye’ye karşı agresif politikalar takip edebilmesinin önemli bir parçası olarak telakki edilebilir.[vii] Özellikle de Amerikan desteğiyle tahkim edilen Yunanistan, İsrail ile kurduğu ilişkilerin de katkısıyla, revizyonist bir profil sergilemektedir. Hal böyleyken Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişiminin önündeki önemli engellerden birisi de söz konusu üçlünün artık bir ittifakı anımsatan askeri ilişkileridir. Türkiye, mümkün mertebe İsrail’i tarafsızlaştırmalı ve Yunanistan-GKRY ile ortak hareket etmesinin önüne geçebilmelidir. Bu stratejik hedef akamete uğrarsa Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişimi de güdük kalabilir.

Ayrıca İran’a yönelik ortak bir tehdit algısıyla hareket edilmesine yönelik beklentiler de gerçekçi değildir. Son yıllarda Arap-İsrail normalleşmesinin ve hatta ittifakının ana referansı olarak beliren İran tehdidi, Türkiye-İsrail normalleşmesi kapsamında bir beklenti olarak belirse de Türk dış ve güvenlik politikası açısından benzer bir konuma sahip değildir. Daha ziyade rekabet ilişkisi olarak isimlendirilebilecek olan Türkiye-İran ilişkileri, bölgesel düzeyde nüfuz kazanma yarışının bir sonucu olarak şekillenmektedir.[viii] Özellikle Irak ve Suriye’de etkinlik arayışında olan iki devlet, sıklıkla karşı karşıya gelmekte ve bir diğerinin pozisyonuna meydan okumaktadırlar. Fakat bu durum, iki devletin sınırları ötesinde cereyan etmekte, iki devlet de bir diğerinin toprak bütünlüğüne ve total olarak ulusal güvenliğine direkt olarak kastetmemektedirler. 1990’lı yıllarda Türk güvenlik elitinin İran’dan algıladığı rejim güvenliğine yönelik tehditler de günümüzde geçerliliğini korumamaktadır. Kaldı ki son yirmi yıllık periyotta Irak ve Suriye gibi iki stratejik güney sınır komşusunun istikrarsızlaştırılmasından sonra Türk stratejik aklı, 1639’dan bu yana stabil kalmış doğu sınırlarının ve Orta Asya’ya açılan kritik önemdeki bir güzergahın istikrarsızlaştırılmasına taraf olmak istemeyecektir. Hatta böylesi bir duruma Türkiye’nin karşı durması gerekecektir. Bu bağlamda denilebilir ki İran tehdidine karşı Türkiye’nin de Arap-İsrail ittifakında konumlandırılması, gerçekçi görünmemektedir. 

Bir diğer sınırlılık ise ideolojik bir düzlemde ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve partisinin temsil ettiği İslamcılık, başta İsrail ve Arap monarşileri olmak üzere Ortadoğu’da sakıncalı bir statüye indirgenen Müslüman Kardeşler ideolojisiyle oldukça yakın paralellikler barındıran bir pozisyonu içermektedir.[ix] Bu bağlamda Türkiye-İsrail ilişkileri, Türk tarafının İslamcılık ideolojisine mesafe koymasıyla ilerleyebilecek bir kapasiteye sahip olmaktadır. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan pratik siyasette oldukça pragmatik pozisyonlar edinebiliyor olsa da söz konusu ideolojik benzeşme, ikili ilişkilerin gelişimi açısından kritik önemde gözükmektedir. Filistin’deki HAMAS ve İslami Cihad gibi aktörlerin temsil ettikleri ideolojiye arz edilen paralellikler, haliyle İsrail’in aleyhine pozisyon alma olarak kabul görebilecek ve ikili ilişkileri sekteye uğratabilecektir.

Ayrıca Filistin sorununun da bir parçası olarak Kudüs ve Mescid-i Aksa özelinde yaşananlar, Türkiye’nin bölgeye olan ilgisi ve hassasiyeti düşünüldüğünde, yine bir gerilim kaynağı olarak addedilebilir. Amerikan yönetiminin Kudüs’ü uluslararası hukuka aykırı olarak İsrail’in başkenti olarak tanıması, Kudüs ve Mescid-i Aksa’daki tansiyonu da yükseltmiş ve ilgili devletlerin İsrail ile ilişkilerinde kırılmalar yaratabilecek bir basınç odağı oluşturmuştur. Bu çerçevede Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya yönelik olası İsrail inisiyatifleri, Türkiye-İsrail ilişkilerinde kopuşlara ya da en azından sert siyasi atışmalara sebebiyet verebilecek bir kapasiteye sahiptir.

İkili ilişkileri sınırlayabilecek bir diğer boyut ise olası bir Kürt devletine yönelik oldukça ihtilaflı perspektiflerdir. 2017 yılında gerçekleştirilen referandumda bağımsızlık ilanına kamuoyundan destek almasına rağmen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, bölge devletlerinden aldığı tepkiler doğrultusunda bu sonucu yasalaştırmamıştır. Özellikle Türkiye ve İran’ın karşı çıktıkları bu süreçte İsrail, bölgede ortaya çıkacak bir Kürt devletine koşulsuz desteğini açıklayarak, her iki devletin çıkarlarıyla çatışmayı göze almıştır.[x] İsrail stratejisi çerçevesinde İran’a karşı kullanılabilecek bir koz olarak kabul edilen olası Kürt devleti, Türk stratejisiyle taban tabana çelişmektedir. Ayrıca yine söz konusu potansiyelle bağlantılı olarak Kuzey Suriye’deki Amerikan destekli PYD varlığı, İsrail stratejisi çerçevesinde de makbul görülen bir statü yaratmaktadır. Bu çerçevede denilebilir ki Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki olası yeni oluşumlar özelinde ikili ilişkiler potansiyel gerilimler barındırmaktadır.  

İsrail siyasetinin yapısal olarak yaşadığı istikrarsızlık, Türkiye-İsrail ilişkilerini sınırlayabilecek bir olgu olarak kabul edilebilir. Pamuk ipliğine bağlı bir koalisyonla hükümet etmeye çalışan Bennett kabinesi, varlığını Netanyahu karşıtlığı üzerinden tesis etmiş olması bir yana, meclisteki milletvekili kayıplarıyla da zor zamanlar yaşamaktadır. Bir diğer boyutuyla mevcut hükümet konfigürasyonunun ikili ilişkilerin normalleştirilmesine oldukça mesafeli yaklaşması, bu sürece güçlü bir politik sermaye yatıran Türk tarafını zorda bırakmaktadır. Ayrıca Netanyahu’nun olası geri dönüşü de Türkiye-İsrail ilişkileri açısından zorlayıcı bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Lakin unutulmamalıdır ki 22 Şubat 1996 yılında tesis edilen askeri işbirliği, üç ay kadar sonrasında başbakanlık koltuğuna oturan Netanyahu döneminde ilerletilmiş ve 28 Ağustos 1996’da ise Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması bizzat Netanyahu tarafından onaylanmıştır. Ayrıca liderlik düzeyinde de Netanyahu’nun mevcut Türk yönetimine karşı özellikle normalleşme evrelerinde olumsuz bir profil sergilemediği tarihi tecrübeyle sabittir. 2013’te Türk tarafından Mavi Marmara Baskını’na binaen resmi özür dilemesi ve 2016’da kısa bir süre içerisinde Ankara’ya büyükelçi ataması, Netanyahu’nun ikili ilişkilere olumlu katkılar yapabileceğini göstermektedir. Bu bağlamda Netanyahu’nun olası geri dönüşü, ikili ilişkilerde sınırlılık üretebileceği gibi yeni imkânlara da kapı aralayabilir. Fakat her halükârda İsrail siyasetindeki yapısal kırılganlık, ikili ilişkilerin istikrarına yönelik potansiyel bir tehdit olarak görülebilir.

Sonuç

Uluslararası İlişkilerde her devlet, tanımladığı çıkarlara ulaşabilmek için birtakım araçlar kullanır ve politikalar takip eder. Bu bağlamda, Türkiye-İsrail ikilisinin çıkar tanımları örtüştüğü ölçüde ikili ilişkilerde yakınlaşma mümkün görünürken ayrıksılaştığı ölçüde de kötüleşme kaçınılmaz olacaktır. Yukarıda pek çok politika kaleminde ikili ilişkilerin imkânları ve sınırlılıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. İkili ilişkilerin geleceğine yönelik beklentiler, söz konusu imkanların ve sınırlılıkların rasyonel değerlendirilmesiyle gerçekçi bir zemine oturtulabilir.

Referanslar

[i] https://www.yenisafak.com/ekonomi/israilin-bozuk-heronlarindan-dunyanin-gipta-ettigi-sihalara-turkiyenin-insansiz-hava-araci-basarisinin-sifreleri-3527972

[ii] https://www.timesofisrael.com/laser-based-air-defense-shoots-down-drones-rockets-in-first-series-of-trials/

[iii] https://odatv4.com/makale/turkiye-ve-israil-azerbaycanin-en-buyuk-destekcisi-19102042-194021

[iv] https://www.salom.com.tr/haber/116999/azerbaycan-Israil-ile-turkiye-arasindaki-iliskileri-iyilestirmek-istiyor

[v] https://www.naturalgasintel.com/israel-seeking-export-route-via-egypt-to-deliver-lng-to-europe/

[vi]https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/ugur-dundar/turkiye-abd-iliskileri-israilin-ipotegi-altinda-7013244/

[vii] https://www.aksam.com.tr/dunya/israil-yunanistan-gkrynden-kiskirtici-adim-turkiyeye-karsiaskeri-anlasma/haber-1108442

[viii] https://www.aspistrategist.org.au/turkey-and-iran-frenemies-in-the-middle-east/

[ix] https://cdn.istanbul.edu.tr/file/JTA6CLJ8T5/AF93141138C046AFBC7DE1BF18136111

[x] https://www.haaretz.com/israel-news/netanyahu-supports-establishment-of-independent-kurdistan-1.5450316