Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynakları neredeyse son yirmi yıldır pozitif anlamda çığır açan bir etmen olarak tanımlanıyor. Bu kaynaklar Akdeniz’de ve hatta Orta Doğu ve Avrupa’da gelişecek bir iş birliğiyle mevcut enerji denklemini, paylaşımını ve durumunu değiştirebilecek yeni bir unsur veya etmen olarak görülüyor. Her ne kadar mevcut doğalgaz miktarı dünyada bilinen rezervlerin yüzde 1,5’inden daha azına tekabül etse de bu miktar bölge için büyük bir miktar. Bu sebeple, Levant Havzası’nda bulunan doğalgaz rezervlerinin geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi yalnızca bölgesel enerji denklemini etkilemekle kalmayıp ayrıca ülkeler arasındaki ilişkileri etkiliyor ve uzun vadeli güvenlik ile istikrarı temin edecek bir koşulu sağlıyor.  Ancak Doğu Akdeniz’de beklenen bu “enerji piyangosu” henüz hayata geçirilemedi ve “enerji daha fazla iş birliği için bir araç mı yoksa değil mi?” sorusu artık mevcut durumla alakasız.

Ticari zorluklar, rekabete dair dezavantajlar, iç politika ve hukuki düzenlemeler gibi birçok ciddi zorluk mevcut. Bu zorlukların ötesinde, özellikle de sınırları belli olmayan deniz yetki alanları, Kıbrıs sorunu, Suriye meselesi, deniz ve kara kuvvetlerinin geliştirilmesi, erişim engelinin olduğu bölgeler ve Libya’daki gidişat gibi güvenlik ve istikrarla alakalı zorluklar yeni keşfedilen gaz yataklarına erişim hususunda bölgedeki devletler arasında bir mücadeleye yol açıyor. 

Türkiye için Doğu Akdeniz hiçbir zaman yalnızca enerji ve doğalgazla bağlantılı olmadı. Türkiye için asıl mesele, bölgedeki husumet kaynaklarından biri olan deniz yetki alanlarının sınırlarının belirlenmesiydi. Dahası, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığındaki egemenlik hakları ile Kıbrıslı Türklerin Rum tarafı ile eşit haklarının korunması hususları risk altında. Bu bakış açısı bizleri, Yunanistan tarafından Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de jeopolitik üstünlük sağlama amacını taşıyan iddialı plânı olarak nitelenen Mavi Vatan’a götürüyor. İkinci olarak, bölgedeki mevcut jeopolitik gelişmeler, özellikle de Ocak 2019’da Kahire’de kurulan Doğu Akdeniz Gazaz Forumu (EMGF) gibi bölgede oluşan Türkiye karşıtı blok, Türk karar alıcıları iddialı ve agresif bir güç diplomasisine başvurmaya itti. Türk hükümeti (kamuoyundaki hâkim anlayışa göre) temel çıkarlarını tehdit eden yabancı güçler tarafından çevrelenmiş olduğuna inanıyordu ve uzun süredir bu kronik kuşatılmışlık psikolojisinden muzdarip durumdaydı.

Türkiye’nin yakın çevresindeki mevcut büyük politik dönüşüm de dış politikadaki değişime yol açan katalizörlerden biri oldu. Türk siyasi elitleri güvenlik açısından artan meydan okumaları da Türkiye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü için bir tehdit olarak algıladı. Yeni hidrokarbon yataklarının keşfedilmesi veya Suriye iç savaşı gibi denkleme yeni değişkenlerin girmesiyle birlikte mevcut sorunlar daha da şiddetli bir hâle geldi. EMGF’nin kurulması bu tip kaygıları haklı çıkaran somut bir gösterge olarak duruyor. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail ve Mısır’ın yanı sıra İtalya ve Fransa’dan önemli enerji şirketleri arasındaki artan iş birliği, EMGF’nin kurulmasıyla birlikte İtalya, Ürdün ve Filistin’i de kapsar duruma geldi. Türkiye fark edileceği üzere bu iş birliğinde yer almıyor.

Türkiye’nin yokluğu, diğer devletlerle çakışan deniz yetki alanı iddiaları, büyük iç pazarı ve Doğu Akdeniz’deki doğalgazın ihracı için potansiyel bir transit hattı olması sebebiyle bölge için ciddi bir endişe kaynağı. Ayrıca bu Forum, Türkiye ile ilişkileri gün geçtikçe çoğalan başkaca meseleler sebebiyle gergin olan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) ve Avrupa Birliği’nin (AB) de desteğini aldı. Bunun sonucu olarak 2000’lerde daha ziyade yumuşak güç unsurlarına dayanmaya çalışan Türk dış politikası Suriye ve Libya’ya asker yollamak, Akdeniz açıklarında güç gösterisi yapmak ve yüzünü Avrasya’ya dönmek dahil olmak üzere radikal bir biçimde daha agresif bir pozisyona evrildi.  

Söz konusu fay hattı en keskin şekilde Libya’da hissediliyor. Ankara ve Libya’nın uluslararası arenada tanınan hükümeti arasında Kasım 2019’da Yunanistan’ın ve GKRY’nin iddialarını yok sayacak şekilde bir münhasır ekonomik bölgeyi ortaya çıkaracak şekilde karşılıklı deniz yetki alanlarının sınırını belirleyecek bir ortaklık anlaşması yapıldı. Bu hamle, Doğu Akdeniz’e dair meseleleri Akdeniz’in tam da merkezine taşımayı amaçlıyordu. Ayrıca, Türkiye Libya sahili açıklarında sondaj çalışmalarına başlamak için yakın dönemde ruhsat başvurularında bulundu. Bunun sonucunda da -Libya ve Suriye’deki çatışmaların birbiriyle yakınlığı düşünülünce- Doğu Akdeniz’deki enerji meseleleri daha geniş ölçekteki jeopolitik meselelerle bağlantılı mahiyette. Türk Silahlı Kuvvetleri, Akdeniz’de sınır olarak tanınan bölgenin doğu ve batı uçlarına hâlihazırda birliklerini konuşlandırdı. Bu durum, Türkiye’ye Akdeniz’deki konumunu güçlendirmek için daha büyük bir fırsata sahip olduğu hissini verdi.

Türk karar alıcılar Yunanistan’ı bu meseleyi uluslararasılaştırmaya çalışarak tek taraflı hareket eder bir konumda görüyor. Yunanistan’ın politikası meseleyi NATO değil, AB seviyesinde ele almak üzerine kurulu. Türkiye bir NATO üyesi ve NATO ile Batılı güvenlik iş birliği mekanizmalarının kimi şüphelerine rağmen NATO’nun güvenlik mekanizmaları içerisinde etki gücü var. Yunan tarafı, Türkiye’nin iç karar alma mekanizmalarındaki yokluğu sayesinde AB’nin Türkiye karşısında ve Yunanistan’ın beklentileriyle daha uyumlu şekilde, daha sert bir tutum göstereceğini bekliyor. Yunan Dış İşleri Bakanı Nikos Dendias, “artan Türk saldırganlığının” AB’ye yöneldiği şeklinde propaganda yapıyor. Macron’un Fransa’sı AB içerisinde bu yaklaşımın esas destekçisi ki söz konusu yaklaşım Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapıcı olmayan bir tutum olarak sert bir şekilde eleştiriliyor. Türkiye’nin görüşüne göre, bu tutum Fransa’yı bir taraf ve yapıcı bir çözüme ulaşılmasında rol oynayamayacak bir aktör hâline getiriyor. Söz konusu gayretler ve Türkiye’ye karşı kullanılan söylem Türkiye’nin mevcut duruşunu gerçekten değiştirmek hususunda oldukça etkisiz. AB zaten uzun süre önce Türkiye üzerindeki etki gücünü kaybetti. Ancak, Almanya’nın Avrupa Birliği Konseyi’nde Başkanlık pozisyonunu devralması, AB’nin çözüme ulaşılmasında yapıcı bir rol oynaması açısından olumlu bir etmen olarak görülüyor. Yunanistan ve Türkiye arasında gerilimin düşürülmesi ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin uyuşmazlıkların çözülmesi için Almanya’nın yaptığı son çağrı Türkiye’nin yaklaşımıyla uyumlu. Mevcut ve basit Türk stratejisi, Yunanistan’ı müzakere masasına çekmeyi ve herhangi bir çatışmadan kaçınmayı esas alıyor. Eğer çatışma kaçınılmaz olursa da hukuki ve politik olarak doğru tarafta olmak çok önemli. Bu sebeple, eğer Yunanistan, Türkiye ile müzakere etmek istiyorsa şu an tam zamanı. Taraflar bir araya gelmeli, aşama kaydedilmesi için güven inşa edecek adımların güçlendirilmesi amacıyla deniz kuvvetleri komutanlarının veya savunma bakanlarının ortak toplantıları yeniden başlamalı ve enerji kaynakları olumlu anlamda çığır açan bir unsur hâline getirilmeli.