Doğu Akdeniz’de sıcak bir çatışmaya dönüşmesinden korkulan politik gerilimlerin tırmanışı, enerji kaynaklarının ve doğal kaynakların kontrolüne dair rekabetin ötesine geçiyor. Mevcut gerilimler, daha ziyade bölgesel ve hatta küresel aktörler arasındaki çok katmanlı, jeopolitik güç savaşını yansıtıyor. Bu bakış açısıyla, Türkiye’nin ve İsrail’in pozisyonlarının oldukça dikkat çektiği söylenebilir, zira bölgedeki bu iki önemli askeri gücün gelecekteki olası bir iş birliğinin Akdeniz’de ve daha geniş olarak Orta Doğu’daki stratejik dengeleri şekillendirmesi muhtemel. 

2010 yılındaki Mavi Marmara hadisesinden bu yana bölgede yaşanan gelişmeler Türkiye’yi İsrail ile karşı karşıya getirdi. Daha öncesinde tohumları atılan ittifaklar yıllar içerisinde filizlendi. İki ülke arasında esaslı bir normalleşmenin yaşanmaması, taraflar arasındaki krizin daha da derinleşmesine sebep oldu. Bilhassa 2008 yılındaki Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyileşmesi noktasından yaşanan geri dönüş, Arap-İsrail çatışmasında geleneksel olarak Filistin yanlısı bir tutum takınan Yunanistan için bölgede ekonomik ve güvenliğe dair iş birliği için yakın bir ortak olarak Türkiye’nin yerini alma fırsatını doğurdu. Elbette, Yunanistan ve Türkiye arasındaki tarihi sorunları bilen Netanyahu Hükümeti, Atina ile yakın bağlar kurmanın Ankara’yı sinirlendireceğinin son derece farkındaydı. İsrail sularındaki Tamar (2008) ve Leviathan’ın (2010) yanı sıra Kıbrıs’ın tartışmalı deniz alanlarındaki Afrodit (2011) gibi hidrokarbon yataklarının keşfi de Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasındaki yakın bağları güçlendirdi. Takip eden yıllarda bu enerji iş birliği başka ülkelerin de dâhil edilmesiyle, özellikle Ocak 2020’de EastMed Gaz Forumu’nun kurulmasıyla kurumsal bir zemin kazanan politik ve stratejik bir ortaklığa dönüştü.

Türkiye doğal olarak Kıbrıs’ın tartışmalı münhasır ekonomik bölgesinde (MEB) yer alan ve 12. Blok olarak adlandırılan yerdeki doğalgaz sondaj faaliyetlerine ve Doğu Akdeniz’deki doğalgazı Kıbrıs, Girit ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşıyacak boru hattı projesine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Türkiye’nin kendi MEB’inden doğan hakları ihlal ettiği gerekçesiyle karşı çıktı. Ankara’nın EastMed Gaz Forumu’ndaki devletlerin çoğu ile olan sorunlu ilişkileri göz önüne alındığında, Türkiye bu oluşumu kendisini sınırlamayı ve etkisizleştirmeyi hedefleyen düşman bir cephe olarak görüyor.

Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan ortaklıklara paralel olarak 2011 yılındaki Arap ayaklanmalarının doğurduğu jeopolitik de beklenmedik bir şekilde İsrail ve Körfez ülkelerini bir araya getirdi. Her iki taraf da İran’ın Orta Doğu’da artan nüfuzunun kendisini tehdit ettiğini düşünüyor.  

Türkiye ve İsrail kendilerini karşı cephelerde konumlandırmış olsalar da doğrudan bir çatışmadan kaçınıyor, hatta ikili ilişkileri her bir alanı ayrı ele alarak sürdürmeyi başarıyorlar. Bugün İsrail, Akdeniz’de bir denge formu muhafaza etme hususunda zorluklarla karşı karşıya. Öte taraftan, İsrail enerji yatırımlarının geleceğini güvence altına almak ve EastMed Gaz Forumu’nun diğer üyeleriyle yakın bağlarını korumak istiyor. Bu durum İsrail’in neden Yunanistan’ın yanında saf tuttuğunu açıklıyor. Ancak İsrail, sıcak bir çatışmanın içine çekilmek de istemiyor. Geçtiğimiz Kasım’da yapılan Türkiye ve Libya arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasının ardından İsrail eski Dışişleri Bakanı Israel Katz’ın, ülkesinin anlaşmaya karşı olduğunu fakat “Türkiye ile mücadele etmek için savaş gemileri yollamayacaklarını” söylemesi tesadüf değil.

Her ne kadar İsrail; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa gibi devletleri içeren kampın içerisinde yer alsa da bölgede gerilimin düşürülmesinde yapıcı bir rol oynama, hatta Türkiye ile diğerleri arasında normalleşmeye zemin hazırlama potansiyeli var. Elbette bunun için önce Türkiye ile İsrail arasında bir normalleşmenin olması gerekiyor.

Öyleyse, yakın gelecekte Türkiye ile İsrail arasında bir uzlaşmanın fazlasıyla iyimser olacağı düşünülebilir. Yine de uzun vadede ortak ekonomik ve politik çıkarların merkezde olduğu bir iş birliği olasılığı da göz ardı edilmemeli. Koronavirüs salgını sebebiyle son dönemlerde enerji fiyatlarında yaşanan düşüş EastMed boru hattının yaşama yeteneğine zarar verdi. Öte taraftan, Ankara’nın iddialı dış politikası -özellikle Suriye ve Libya’daki askeri varlığı- Türkiye’nin elini stratejik olarak güçlendirdi. Türkiye söz konusu çatışmaların bir tarafı hâline gelse de aynı zamanda gelecekteki çatışma sonrası müzakerelerin kilit aktörlerinden biri.

Daha geniş bir bakış açısıyla bakılacak olursa, Mayıs ayında Türkiye ile İsrail arasında kapalı kapılar ardında gerçekleştirildiği söylenen diyalog ve İsrail’in BAE (ayrıca Bahreyn, Umman ve Sudan gibi başkaca devletlerin de takip etmesi bekleniyor) ile ilişkilerini normalleştirme karşılığında Batı Şeria’nın ilhakını ertelemek üzere anlaşma imzalaması gibi gelişmeler, İsrail’in Trump sonrası Orta Doğu düzenine yönelik tedbirli bir plânı olarak gözüküyor. Ankara da aynı hikâyeyi deneyimliyor: Türkiye’nin Biden yönetimi ile uyuşmazlığa düşme olasılığı, onu yeni dengeler sağlama arayışına itebilir.