Almanya’nın Türkiye ve Yunanistan arasındaki arabuluculuğu ciddi bir diplomatik girişim olarak görmeli. Geleneksel olarak, Ankara ve Atina arasındaki uyuşmazlıklarda arabulucu ve uzlaştırıcı olarak ABD rol oynardı. Ancak son zamanlarda, Trump yönetiminin muhtemelen son günlerinde, Washington’ın bu rolü üstlenmek için gerçek bir niyeti veya politik alanı yok. Bu nedenle doğan boşluk hem bir NATO müttefiki olan hem de AB Konseyi’nin mevcut Başkanlığını yürüten Almanya’ya söz konusu diplomatik çabalara girişme fırsatını verdi. Bu çabaların başarılı olduğunun da altının çizilmesi gerekiyor. Zira 2016 yılında Türkiye’de yaşanan başarısız askeri darbe girişimin ardından Türkiye ve Yunanistan arasında askıya alınan ikili müzakereler geçen Temmuz’da Berlin’de ilk defa iki tarafın delegelerinin buluşmasıyla yeniden başladı. Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın Türkiye’ye ve Yunanistan’a bu hafta yaptığı ziyaret de söz konusu müzakereleri yeniden canlandırmayı hedefliyor.

Yunanistan ile ikili müzakerelerin yürütülmesi Türk hükümetinin mevcut uyuşmazlığı çözme stratejisinin bir parçası. Ancak, en nihayetinde bu uyuşmazlığın bir uluslararası yargı odağınca çözülmesi lazım. Yine de ikili müzakereler yargı kararına rıza gösterilmesi için gerekli zemini hazırlayacak. Örneğin tarafların uyuşmazlığa konu alanları netleştirmesi gerekiyor. Ayrıca, hangi coğrafi alanların yargıya taşınacağını da tanımlamaları gerekiyor, zira sadece Doğu Akdeniz meselesi mi konu edilecek yoksa Ege de buna dahil olacak mı? Son olarak, Atina ve Ankara’nın uluslararası mahkemenin göz önünde tutacağı belirli hukuki normlar üzerinde de anlaşması lazım. Türkiye’nin BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) taraf olmadığı düşünüldüğünde, BMDHS hükümleri bu uyuşmazlığı çözmede yeterli olmayacak. Dolayısıyla Ankara, mahkemenin kullandığı ölçütler arasında hakkaniyet gibi daha geniş hukuki konseptleri dâhil etmek isteyecek.

Aynı zamanda, Türkiye, Doğu Akdeniz’de sert güç taktiklerini kullanmaya devam edecek. Bunun öncelikli sebebi, Yunanistan’ın maksimalist iddialarına meydan okumak fikri. Böylece, söz konusu uyuşmazlıkları çözmek için uzlaşmacı olmayan bir çözüm yolunun olmadığı hususunda Atina’nın ikna edilmesi hedefleniyor. Yani Türk Deniz Kuvvetleri’ne bel bağlayarak hareket etmeyi de içeren bu sert güç taktiklerinin Yunanistan’ı ikili müzakerelere itmeyi hedeflediği söylenebilir. Trablus’taki Serrac Hükümeti ile Kasım 2019’da yapılan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının arkasında yatan sebep de buydu. Bu bakış açısı dikkate alındığında, Almanya’nın diplomatik girişimi Ankara tarafından temelde olumlu karşılanmalı.

Türkiye bu uyuşmazlıkta NATO’nun gerçek bir role sahip olduğunu düşünmüyor. Ancak NATO, Doğu Akdeniz’de süren krize dair müttefik devletler arasında fikirlerin teati edilebildiği politik bir platform olarak kullanılabilir. Özellikle NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, sıkı bir şekilde Yunanistan’ın yanında durmaya karar vermiş olan Fransa gibi diğer NATO devletlerinin krize müdahil olmuşolması göz önüne alındığında, krizin yatışması için rol oynayabilir.