Bu makalenin orijinal versiyonu Arapça kaleme alınmıştır.

Joe Biden’in Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak seçilmesi, ABD’nin Suudi Arabistan’a yönelik politikasında, Suudi Arabistan’ın özellikle dört farklı durumda daha fazla baskıya maruz kalabileceği değişimlerin başlangıcını işaret edebilir: Yemen savaşında süregelen Suudi müdahalesi, Katar ablukası sorunu, Suudi Arabistan’daki insan hakları sorunları, özellikle de Suudi kadın aktivistlerin tutuklanması, ve gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin sorumluluğu.

Suudi Arabistan’ı önemli bir finansal destek kaynağı haline getiren ekonomik, siyasi ve stratejik çıkarlar ağına bel bağlayan yeni ABD yönetiminin, Riyad ile ilişkilerinden tamamen vazgeçmesi olasılık dışı olsa da, Krallığın güç kartlarının açık bir tükenme halinde olduğu görünüyor. Bunun nedeni, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Türkiye’ye, İran’a, Katar’a ve Yemen’e yönelik düşmanca bölgesel politikalarıdır. Riyad’ın önemli geri adımlar atmaksızın olayları daha da tırmandırmak konusundaki ısrarı, geçtiğimiz dört yıl içinde eski ABD Başkanı Donald Trump ve Abu Dabi’nin Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’den aldığı destek sebebiyle bu politikalardan ne elde etmek istediğine dair kapsamlı bir stratejik vizyon eksikliğine sahiptir.

Başkan Trump’ın yönelimlerinin Joe Biden’dan farklılığı ve ikincisinin engin siyasi deneyimi göz önüne alındığında, Biden’ın Amerikan dış politika gündemini kontrol edeceği bekleniyor. Biden önümüzdeki iki yıl boyunca, kolektif ve diplomatik uluslararası eylemi teşvik etme, Covid-19 salgınının yankıları karşısında iş birliği, ve Avrupalı müttefiklerle iş birliğine dayalı ilişkileri aktif hale getirme meseleleriyle uğraşacaktır. Ayrıca, iklim ve çevre konularına özen gösterme, Amerika’nın Dünya Sağlık Örgütü’ne dönüşü, Washington’un Paris İklim Anlaşması’na bağlılığını taahhüt etmesi, Rusya’nın Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’daki genişlemesine karşı koyma ve hızlanan Çin yükselişiyle mücadelede daha etkili Amerikan girişimi arayışı konuları Biden’ın gündeminde yer alacaktır.

Amerika’nın yukarıda sayılan eğilimlerinin uluslararası düzeyde ve Washington’un Ortadoğu bölgesindeki politikalarına da yansıması beklenmektedir ki bu da demokratik olmayan Arap rejimlerine verilen destek seviyesinde bir düşüş anlamına gelebilir. Aynı zamanda bu durum, Biden yönetiminin Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi bölgedeki bazı ülkelerin, ister ülke içindeki kendi vatandaşlarına yönelik, ister Yemen ve Libya’daki gibi dış çatışmalara ve savaşlara girişmelerine yönelik eylemlerini engellemek amacıyla daha büyük baskı uygulayabileceği anlamına gelebilir.

Arap dünyasında “Trump’ın mirasını” hızlı bir şekilde geçersiz kılmanın zor olduğu doğrudur ancak Amerikan “söylemindeki” değişim, Biden’ın değerlere ve insan haklarına saygıyı yeniden benimsemesi, Trump dönemindeki duruma kıyasla yavaş yavaş Suudi rejimi üzerinde daha fazla baskı oluşturan bir ortamın yaratılmasına yol açabilir.

Belki de bu bağlamdaki en açık gösterge, Joe Biden’in 10 Şubat 2020’deki Kaşıkçı suikastının ikinci yıldönümünde yaptığı açıklamadır: Biden, “Krallık ile ilişkilerini yeniden değerlendirecek ve Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşına desteği kesecek, silah satma veya petrol satın alma karşılığında Amerika’nın değerlerini bir kenara bırakmayacak ve dünyanın her yerinde aktivistlerin, siyasi muhaliflerin ve gazetecilerin baskı ve şiddet korkusu olmadan görüşlerini özgürce ifade etme hakkını savunacaktır.”

Suudiler açısından ise Biden’ın iktidara gelmesi ve özellikle Amerika’nın İran ile nükleer anlaşmaya geri dönmesi ciddi zorluklar ortaya çıkartıyor çünkü bu durum Suudi’nin Tahran’ı izole etmesi, Katar’ı ablukaya alması ve Yemen’deki Husilere baskı yapması yönündeki tüm Suudi bölgesel politikalarının başarısızlığı anlamına gelmektedir.

Riyad’ın, Başkan Trump’ın taleplerini yerine getirdiği sürece Amerikan kurumlarının Suudi Arabistan’ı cezalandırmak veya bastırmak için herhangi bir önlem almasını engelleyen “güçlü müttefiki” Trump’ın ayrılmasıyla kaybedeceğine şüphe yoktur. Bu durum özellikle Kaşıkçı suikastının ve Muhammed bin Selman’a karşı Amerika mahkemelerinde açılan Saad Al-Jabri davasının ortaya çıkmasının ardından önem kazanmıştır. Trump’ın talepleri arasında Amerikan ekonomisini desteklemek amacıyla Suudi para akışının ve yatırımların artırılması, Riyad’ın BAE, Bahreyn ve Sudan’ın İsrail ile yakınlaşmasını destekleyeceğini taahhüt etmesi, Filistinlileri müzakere masasına geri dönmeye zorlaması, Yüzyılın Anlaşması’na yönelik eleştirilerin durdurulması ve Arap-İsrail normalleşmesinin hızlandırılması yer almaktadır.

Biden’in Suudi Arabistan’a yönelik politikasındaki değişimin boyutunu belirlemek, büyük ölçüde savunma, ulusal güvenlik ve dış politika kurumlarının pozisyonlarını üstlenecek kişilere ve Riyad’ın, yukarıda bahsedilen dosyalarda Washington’un Suudi Arabistan üzerindeki baskısının artmasıyla vereceği tepkinin kapsamına bağlı olacaktır. Özetle, Suudi Arabistan’ın BAE, Irak ve Mısır ile ilişkilerini güçlendirme çabalarına rağmen mevcut manevra kabiliyetinin gittikçe daralacağı göze çarpmaktadır.