(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)

Devrimden önce Suriye rejiminin otoriter araçları arasında, istihdam, kapsamlı sağlık, eğitim ve güvenlik temini gibi birçok hükümet teşviki vardı. Rejim devletinin sunduğu bu tür hizmetler vasat olsa da daha önce yoksunlaştırılmış geniş bir kesime asgari ihtiyaçları sunuyor ve yoksullara orta sınıfa yükselme hayalini başarıyla satabiliyordu. Rejim, orta sınıf ile iş insanlarına ise güvenlik temini ve en az çabayla en çok kârı serbestçe elde edebilecekleri serbest bir iş ortamı vaat ediyordu. Karşılığında da herkesten itaat ancak yoksul sınıflardan sadakat talep ediyordu. Zenginlerden ise büyüyüp gelişmelerine izin verdiği için ortaklık ve yatırımlarının bir karşılığının olmasını bekliyordu. Esad hasretini çektikleri vaadin modernite ve liberalizm olduğunu anlayana kadar en çok kentli orta sınıfla uğraştı.

Bu strateji bir nebze etkili oldu ve Esad’ın Şam ve Halep’teki popülaritesi arttı ama babasının iktidarını dayandırdığı taban kendisinden uzaklaştı. Yoksul Aleviler kendilerini ihmal etmesine rağmen Beşar’a sadık kalmaya devam etse de Sünni kırsal ve yoksul kesimin Beşar otoritesine katlanmak için hiçbir nedeni yoktu. Suriye devrimi Esad için güçlü bir alarm oldu çünkü otorite Alevi olmayan taban arasındaki desteğini kaybettiği gibi orta sınıf da bu otoritenin arkasında toplanmadı. Üstelik elitler de ilk başlarda rejimden yana tavır almadan önce seçeneklerini tartıştı.

Esad hayatta kalmak ve devrimi bastırmak amacıyla en güvenilir destekçilerine başvurdu ve salt belirsizlik korkusu ve başkalarına duyulan derin bir güvensizlikle perçinlenen bir sadakat sayesinde destekçilerini harekete geçirebildi. Sadıkların gayreti isyancıları püskürtmek için yetersiz kalsa da Esad muhalefeti ancak Rus ve İran müdahalesiyle devirebilse de yine de sadıkların fedakarlıkları önemliydi. Bir ölüm kalım savaşında Suriye’nin diğer kesimleriyle olan ilişkilerini tehlikeye atmaya hazırlardı ama devlet, devrimci güçlerle savaşında tükendiğinden çocuklarını; hayatlarını, geçim kaynaklarını, cüzi miktardaki tasarruflarını ve hayati hizmetlere erişimlerini kaybetmek durumunda kaldılar. Direnmelerindeki birincil güdüleri nihayetinde savaştan sonra gündelik yaşama geri dönme vaadiydi.

Bugün rejim Suriye topraklarının %70’ini kontrol ediyor ama Esad’ın en sadık tabileri dâhil Suriyelilerin çoğunluğu için savaş bitti ve Esad hayatta kaldı. İster ülkenin kuzeybatısındaki Türk destekli muhalifler isterse kuzeydoğudaki Suriye Demokratik Güçleri olsun her askeri operasyonun hızla tamamlanması bekleniyor. Dahası, bunlar sadece halk düzeyindeki sahici beklentiler değil aynı zamanda yönetimin inançlarının da bir yansıması.

Sil Baştan

26 Mayıs seçimleri bu inancı doğrulamak için fırsat niteliğinde bir gelişmeydi. Bunun aksine Esad, önceki seçimlerle kendi arkasındaki birliği göstermek için seçmen tabanına başvurmadı. Bunun yerine baba rolünü, her zamankinden daha güçlü ve sağlıklı, kendinden emin ve kararlı, tüm baskılara karşı kayıtsız ve dirayetli bir lider imajını yeniden onayladı. Belirsizlik günlerinin sona erdiğini ve şimdi her zamankinden daha fazla “umudun çalışma” olduğunu göstermeye çalıştı. Yine de Esad’ın önceden belirlenmiş seçimlerle vermek istediği mesaj kampanyası sırasında kullandığı üstü kapalı otorite imajlarından çok daha kritikti.

Zafer konuşmasında Esad daha parlak bir gelecek veya reform vaadinde bulunmadığı gibi “yenik” karşıtlarına yönelik hiçbir hoşgörü de göstermedi. Onun inancı kendine sadıktı. Muhalefete ve destekçilerine karşı intikam yeminleri ederek tabanının zorluklara katlanmak için çaba harcamasını istedi. Uluslararası kamuoyuna verdiği mesajsa meydan okuma değil direnç, temellere dönmeye dolaylı bir atıf ve ülkeyi yönetip kontrol edebileceğine dair yenilenmiş bir güvendi.

Uluslararası durum ve Arap isyanlarına önceden verilen destekteki değişim bir gecede yaşanmadı; aksine kademeliydi ve bu durum her defasında bölgenin özgürlük mücadelesinin siyasi sonucuna duyulan kayıtsızlığın büyüdüğünü gösteriyordu. Bunun sonucunda rejim iç muhalefetle mücadelede kendini ve stratejisini hızla bu duruma adapte etti. Batı başkentlerinde değişen siyasi ve güvenlik temelli öncelikler zaten kuşatılmış muhalefete karşı sahadaki askeri operasyonların şiddetini arttırıp müzakere masasında herhangi bir ilerleme sağlamaya yönelik tüm ciddi girişimlere daha da direnmeye teşvik etti.

BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı Suriye’de siyasi geçiş için bir zaman planlaması öngörmüştü. Karar Beşar Esad’ın akıbetine kasten değinmese de çatışmaya anlamlı bir çözüm sağlamak amacıyla yönetimde ve siyasi kurumlarda bir dizi yapısal değişim belirlemişti. Rejim, IŞİD’in yükselişinden faydalanarak müzakerelere güvenlik meselesi sunarak daha etkili diğer konuları sulandırdı. Esad daha sonra sahadaki askeri durumu tersine çevirmeye yetecek kadar zaman kazanmak için BM ile sayısız teknik tartışmaya girerek ulusal düzeyde bir ateşkes uygulamayla ilgili tüm görüşmeleri zamanaşımına uğratıp işlevsiz bıraktı. Son olarak Şam, muhalefetle müzakereleri Suriye anayasası üzerine hiçbir net takvimi, garanti edilmiş sonucu ve bağlayıcılığı olmayan bir diyaloğa dönüştürmek için Batı’nın siyasi sürecin neticesine duyduğu ilgisizlikten faydalandı.

Uluslararası kamuoyunun bariz ancak ilan edilmemiş bir şekilde Suriye’de siyasi geçişin her biçiminden vazgeçişiyle birlikte Esad yönelimini değiştirdi ve hâlihazırda uluslararası ve bölgesel rolünü tamamen yenilemek istiyor. Rusya ve İran’ın çatışma sırasındaki desteği muhalefeti yenmesine imkân tanımış olsa da savaşı kazanmasında hayati önem taşıyan başlıca şey, Esad’ın Batı ve Arap blokuyla yeniden temas kurmasıdır. Rejim öncelikle boyutu ve öneminden bağımsız olarak muhalefete yönelik desteğin tüm şekil ve kalıbını kesmek ve ardından Suriye’nin toparlanması için elzem olan kaynaklara erişim kazanmak istiyor.

Normalleşme ve Rehabilitasyon

Babasının stratejilerinden faydalanan Esad, bölgesel ve uluslararası duruma karşı oldukça hassas ve kendi konumunu yeniden güçlendirmek için komşularının güvensizliklerini sömürmekle öne çıkıyor. İster Arap blokuna yanaşmak için Türkiye’nin büyüyen bölgesel nüfuzuna karşı çıkmak, Avrupa’nın güvenlik kaygılarını yatıştırmak için kendini İslamcı karşıtı bir otoriter olarak sunmak, isterse Türkiye’nin korkularını hafifletmek için Kürtlerin özerklik arzularını kısıtlama fikriyle yakınlaşmak şeklinde olsun Esad, yalnızlığına son vermek için müttefiklerinden önce düşmanlarıyla bir diyalog başlatmaya hevesli. Rejimin ilerlemesine ilgisiz kalan tek aktör Amerika Birleşik Devletleri (ABD). Fakat Washington’ın giderek bölgeye ilgisini kaybetmesi kendi lehine işliyor ve rejimle etkileşime geçme görevini de Moskova hallediyor.

Yine de rejim bölgesel ve uluslararası normalleşmede başarılı olsa bile bu durum iç sorunlarını tam olarak çözmeyecektir. Bazı Arap ülkeleri Şam’la yeniden temasa geçmeye hevesli olsa da siyasi iradelerine denk bir toparlanma yardımı yapma kapasiteleri sınırlı. Zengin Körfez ülkeleri petrol sonrası gelecek beklentisiyle kendi dönüşümlerinin maliyetleriyle uğraşıyor ve Suriye’nin diğer doğrudan ve dolaylı komşularının kendileri ekonomik sorunlarını çözmek için dış yardım arayışında. Rejimin yönelme ihtimali olan en muhtemel yer ise Lübnan. Batı’daki komşusunun son banka krizi ülkeyi kalıcı bir krize sürükledi. Hizbullah’ın rakipsiz askeri gücü nedeniyle yeni bir iç çatışma ihtimali oldukça düşük olsa da ülkenin yönetimi ve kırılgan devlet yapısı tam bir çöküşün eşiğinde.

Suriye rejimi 1980’lerdeki söylemine benzer olarak kendisini Lübnan’da bir dengeleyici aktör olarak sunmaktan yararlanıyor. Suriye’nin Lübnan savaşına müdahale etmesini desteklemede uluslararası kamuoyu ve Arap devletlerinin ilk baştaki çekincelerine rağmen rejim karşıtları Suriye’nin polis rolünü kabul etmek zorunda kaldı. Hafız Esad’ın aldığı pozisyon ona finansal kâr getirmekle kalmayıp iç çalkantılar döneminde siyasi tanınma da sağladı. Şam Lübnan’ın son sıkıntı ve çıkmazına karşılık olarak bugün de benzer bir rol arayışında. Kendi topraklarından geçen Arap Gaz Boru Hattı (AGBH) üzerinden Mısır doğalgazının Lübnan’a ulaştırılması üzerine bölgesel teknik görüşmelere daveti Lübnan’ın iç işlerine yeniden müdahale etmesinin ilk aşaması olarak görüldü. AGBH’nin yeniden açılmasının ekonomik etkisi önemsiz ama Şam’ın istediği şey daha çok bunun siyasi önemi.

Rejimin devreye sokmaya çalıştığı diğer koz ise Suriye halkının kendi ekonomik ve mali krizi. Mesela Covid-19 sağlık krizi ABD’yi Suriye’de aşıların temin edilebilmesi için bazı kısıtlamalarını geçici olarak kaldırmaya itti.  Ülke ABD’nin ürettiği veya finanse ettiği aşılardan hiçbir sevkiyat almadı ama Şam bu gevşemenin siyasi etkilerini takdir etti. Benzer şekilde Moskova ve dolaylı olarak Şam, rejimin ilk baştaki sınır aşırı yardım sevkiyatına karşı direncine rağmen 9 Temmuz’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Suriye’ye insani yardım için sınır geçişleri hakkındaki kararını uzatmayı kabul etti. Yarubiye, Ramta ve Bab Es Selame üzerinden teslimatların askıya alındığı 2019 ve 2020’deki duruşunun aksine Rusya Batı’nın 2165 sayılı BMGK kararının devam etmesine yönelik taleplerini karşılamayı kabul ederek BM’nin Suriye hükümetinin rızasını almadan sınır ötesine insani yardım sevk etmesine onay verdi.

Rusya’nın bariz yumuşak tavrının arkasında iki amaç vardı: Birincisi yeni seçilmiş ABD yönetimini Şam’la ilişkilerinde daha yumuşak bir siyasi seyir izlemeye teşvik etmek, ikincisi ise yurt içi cephe ötesi yardım sevkiyatları için kanıt toplayıp 2022’de tüm sınır geçişlerini kaldırmaktı. Burada da çıkarlar ekonomik olmaktan çok siyasiydi. Doğrusu rejim Şam üzerinden gelecek tüm BM yardımlarından maddi olarak yararlanırdı ama yaptırımların bu nedenle kısmen kaldırılması rejim için daha da kârlı olacaktır. Bu olasılık, yeni Amerikan yönetiminin önceki yönetimin yaptırım politikalarını gözden geçirme eğilimine uyması nedeniyle artmaktadır.

Gerçekler ve Beklentiler

ABD ve AB ekonomik yaptırımları yadsınamaz bir şekilde Esad’ı etkilemiş olsa da büyük ölçüde yaptırımların sonuçlarından kaçamayan sivil halk ile küçük ve orta ölçekli işletmeler etkilendi. Dahası, rejimin yakın çevresi uyum sağlayıp kendilerini daha da zenginleştirecek yeni girişimler bulabildi. Yine de yaptırımların kısmen, kademeli olarak veya tamamen kaldırılması rejime finansal fayda sağlayacak ve Esad için siyasi bir zafer olarak algılanacaktır. Sivillerin veya iş insanlarının yaptırımlardan kurtulması ciddi bir değişim getirmeyecek çünkü finansal kapasiteleri önemli ölçüde azaldı ve bu durum ülkeye ciddi anlamda uluslararası fonlar akmadan eski hâline dönemez. Nitekim Suriye üzerindeki yaptırım rejiminde bir değişim olması yıkılan Suriye ekonomisini yeniden inşa edecek bir uluslararası “Marshall” planı ile eş anlamlı değil.

Bekası için on yıldır yapılan yoğun savaşlardan sonra Suriye’nin otoriterlik araçlarından sadece terör kaldı. Devletin hayati ürünlere sübvansiyon sağlama, herkese sağlık veya eğitim hizmeti sunma, devlet bürokrasisinde istihdama erişim verme kapasitesi azalıyor ve artık neredeyse yok hükmünde. Suriyeliler hayatta kalmak için kendi başlarının çaresine bakmak zorunda: Ya akrabalarının yurt dışından gönderdiği paralara bağlılar ki hâlâ çalışan az sayıdaki hizmet sektörü işletmesinde tutunmaya çalışıyorlar yahut rejim savaş ağalarının veya figürlerinin yasadışı faaliyetlerine katılıyorlar.

Rejime yakın kliğin iş portföyünde ticaret ve hizmet gibi meşru alanlar bulunurken bunlar da yine kaçakçılık, gasp ve uyuşturucuya son derece bağımlı. Devlet kurumları da bu yeni faaliyetlere ya kolaylaştırarak ya da doğrudan katkı yaparak katılıyor. Rejimin 4. Tümeni her türlü yasadışı işte doğrudan parmağı olması sebebiyle kötü bir şöhrete sahip.  Bu eğilimin tüm ülkeye yayılma hızı dikkatlerden kaçmadı: Suriye ve Lübnan’da üretilen uyuşturucuların sevkiyatları Suudi Arabistan, BAE, Libya ve İtalya’da yakalandı. Uygun alternatifler olmadığı için Suriye, Şam’ın merkezi gözetimi ve bölgesel müttefiklerinin himayesi altında Ortadoğu ve Akdeniz havzalarında bağlantıları olan bir uyuşturucu karteli devletine dönüşüyor.

Süregelen ekonomik düşüş Suriye devlet kapasitesinden arta kalanı da fiilen bitirebilir. Fakat temelde kolluk teşkilatı ve düzenleyici işlevleri üzerinden işleyen bir vücut görünümünü koruyacaktır. Dahası, Şam’da anlamlı bir değişim dayatmaya yönelik vaat eksikliği nihayetinde rejimin ayakta kalmasına izin verecek çünkü Suriye halkına hükmetme kapasitesi onların otonomi iddiasından büyük olacak. Bazı uzmanlar teoride yerel toplulukların kendi otonomilerini geliştirmesine imkân verecek adem-i merkeziyetçi bir yönetim modeline güçlü bir geçiş olacağını tahmin ediyor. Fakat bu öngörüler maalesef rejimin bu dinamikleri manipüle etmedeki maharetini görmezden geldi ve Suriye halkının mevcut statükoya meydan okuma becerisini aşırı abarttı.

Dış müdahale olmadan bir rejim değişikliği olması hâlâ mümkün fakat kısa ve orta vadede mümkün değil. Bunun yerine sıradan Suriye vatandaşlarının bireysel haklar, güvenlik, yaşam koşulları ve hayati hizmetlere erişimleri daha da sekteye uğrayacaktır. Birçokları için rejim kontrolündeki bölgelerden hayatlarını riske atarak çıkmaya çalışmak evde sabırla değişim beklemekten çok daha faydalıdır. Aleviler dahil her mezhep ve etnik kökenden gençler, Heyet Tahrir Şam kontrolündeki İdlib veya Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki kuzeydoğu üzerinden bile olsa ülkeyi terk etmeyi cazip buluyor. Tüm Suriye halkının üzerinde anlaştığı bir gerçeklik varsa o da Esadistan’ın artık umutsuzlar diyarı olduğudur.