Gündelik siyasetin ifrat ve tefrit sarkacında sallandığı Türkiye’de sığınmacılar ve göç meselesi de diğer pek çok mevzu gibi sağlıksız bir şekilde ele alınmaya devam ediyor. Afganistan’dan Lübnan’a, Ukrayna’dan Afrika ülkelerine kadar pek çok ülkeden insanın farklı sebeplerle ülkelerinden ayrılıp “göçmen/mülteci” olmak zorunda kaldığı bir dönem yaşanıyor dünyada. Böylesi bir dönemde de Türkiye’nin Asya ile Avrupa’yı bağlayan coğrafi konumunun yanında, savaş bölgelerine yakınlığı sebebiyle Türkiye, dünyada farklı ülkeler gibi göç kaynaklı çeşitli sorunlarla yüzleşiyor. Ülkede ekonominin giderek kötüleşen durumu, Afganistan’da Taliban’ın iktidara gelmesi sonrası Türkiye’ye giren Afganların sayısının artması, Pakistanlı pek çok kaçağın İran üzerinden Türkiye’ye girip gitgide görünürlük kazanması, bu kişilerin karıştığı kimi kriminal olaylar, bazı muhalif siyasetçilerin iktidarın zayıf karnı olan sığınmacılar meselesini yüksek perdeden ülke gündemine taşıması ve bunu bir nevi “beka” siyasetine dönüştürmesi, Türkiye’de daha önce zaten var olan Suriyeli sığınmacılara yönelik tepkiyle birleşince ülkede yabancı düşmanlığının ve ırkçı söylemlerin tavan yaptığı bir dönem yaşanıyor. Böylesi zorlu bir dönemde ve ülkenin önümüzdeki on yıllarında çok mühim bir politika başlığı olacağı aşikâr olan bir mevzuda normal şartlarda Türkiye’deki siyasi tarafların konuyu realist ve somut bir şekilde ele alması beklenirdi. Ne var ki şu ana kadar ne iktidar kanadından ne de muhalefet kanadından halka göç ve sığınmacılar meselesi konusunda uygulanabilir, bütünlüklü ve ayakları yeren basan bir politika sunuldu. Bu yazı gerek iktidar gerekse de muhalefetin Suriyeli mültecileri geri gönderme planlarının gerçekçiliğini ve uygulanabilirliğini değerlendirip, Türkiye’nin göç meselesi hususunda rasyonel bir akla ihtiyaç duyduğunu vurguluyor.
Muhalefetin Sığınmacı Söylemi
Türkiye siyasetinde varlığını sığınmacılara karşıtlık üzerine bina eden ve böylece Türk siyasi hayatında yeni bir fenomen olan Zafer Partisi’nin Türkiye’nin sığınmacılar tarafından bir “sessiz istila” altında olduğu söylemi, aynı isimle Zafer Partisi destekli ve yine sığınmacıları hedef alan distopik addedilebilecek kısa bir filmin servis edilmesinin yanı sıra parti başkanı Ümit Özdağ’ın medyada sıklıkla boy göstermesi üzerinden sığınmacılara dönük olumsuz algı ülkede ana akım bir hal almaya başlayıp tehlikeli bir noktaya evrildi. Farklı muhalefet partilerinden siyasetçiler de son dönemlerde Zafer Partisi kadar şedit bir boyutta olmasa da sığınmacılar hususunda olumsuz bir söylem benimsedi ve özellikle Suriyeli sığınmacılar hususunda gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmeyen vaatleri kamuoyuna sundu. Muhalefet partilerinin hâlihazırda sığınmacıları ülkelerine “(gerektiği takdirde) zorla geri gönderme” düşüncesinden, Suriye rejimiyle barışıp iki yıl içerisinde bütün Suriyeli sığınmacıları ülkelerine gönüllü olarak geri göndermeye kadar farklı bir söylem skalası mevcut.
İktidarın Ensar-Muhacir Söylemi Çare Değil
Göç ve sığınmacılar gibi çetrefilli bir meselede Cumhurbaşkanı Erdoğan da yakın bir dönemde toplumsal tepki sebebiyle olacak ki Suriye’ye yeni bir konut projesi üzerinden bir milyon sığınmacının gönüllü olarak geri gönderileceğini duyurdu. Bu söylemden kısa bir zaman sonra ise “Muhalefet, ‘Seçimi kazanırsak Suriyelileri göndereceğiz’ diyor. Biz göndermeyeceğiz. Ensarın ne olduğunu biliyoruz. Biz bu ülkede iktidarda olduğumuz sürece bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız. Bu kadar açık söylüyorum” dedi. Buradan da görüldüğü üzere, sığınmacılar meselesi gönüllü ya da zor yoluyla “hepsini ülkelerine gönderelim” söylemi ile “ensar-muhacir” retoriğine sıkışmış durumda-ki aslında her iki ifade de rasyonel bir politikaya tekabül etmiyor. Göç gibi çok boyutlu bir meselenin Türkiye’de daha sağduyulu bir şekilde ele alınmasına olan ihtiyaç gün geçtikçe de artıyor.
İktidarın Bir Milyon Suriyeliyi Geri Gönderme Planı
İktidar, toplumsal tepki sebebiyle önümüzdeki günlerde bir milyon Suriyeliyi geri gönderme planını tekrar gündeme getirse dahi Suriye sahasında böylesine iddialı bir hedefin gerçekleşebileceği bir zemin bulunmuyor. Zira, bahse konu projenin hem detayları henüz tam olarak belli değil hem de uygulandığı takdirde Türkiye için gerek hukuki gerek ekonomik gerekse de toplumsal komplikasyonlara sebebiyet vereceği izahtan vareste. Dahası, 2019 yılında da yine iktidar tarafından bu projeye benzer bir plan ortaya konulmaya çalışılmış ama olumlu bir netice alınamamıştı. 2019 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de PYD/YPG’den arındırılacak alanlarda bir güvenli bölge kurulması üzerinden 2 milyon civarında Suriyelinin ülkelerine geri gönderilebileceğini savunmuş ve bunu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda haritalar üzerinden anlatmıştı. Ne var ki bu plan o dönemde uluslararası toplumdan bir destek görmedi. Nihayetinde de mezkûr proje akamete uğramış oldu.
Bugün de iktidarın sığınmacıları yerleştirme planının uygulanmasını mümkün kılacak bir ortam Suriye’de mevcut değil. Sığınmacıların geri gönderilmesinin planlandığı Türkiye-destekli muhalefet kontrolü altındaki bölgeler farklı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya. Örneğin İdlib bölgesi hâlâ Rusya ve Esed rejiminin saldırılarına hedef oluyor zaman zaman. Afrin de İdlib kadar sık olmasa da Rusya’nın saldırılarına maruz kalıyor. Benzer şekilde Barış Pınarı Operasyonu bölgesinde de YPG/SDG ve Türkiye destekli muhalif gruplar arasında yıllardır süregiden düşük yoğunluklu bir çatışma hali mevcut. Ayrıca hem Afrin’de hem de Barış Pınarı Bölgesinde farklı muhalif unsurlar arasında çatışmalar yaşandığı da biliniyor. Bunların yanı sıra Türkiye destekli muhalefet bölgeleri hem ekonomik problemlerden muzdarip hem de aşırı şekilde kalabalık ve kitlesel bir geri dönüşü kaldırabileceğe benzemiyor. Suriye savaşı boyunca rejimin bombardımanından kaçan milyonlarca insan ülkenin kuzeyine kaçmak mecburiyetinde kaldı. Ek olarak, iktidarın açıkladığı planın uluslararası destek görme ihtimali de şimdilik düşük görünüyor. Ukrayna krizi ile beraber Batılı ülkelerin desteklerini Ukraynalı mültecilere yönlendirdiği bir zaman diliminde, Suriyeli sığınmacıların Suriye’de nefes alabilecekleri bir ekosistemin yaratılması için Batılı ülkelerden maddi destek gelmesi şu anki koşullarda pek makul bir düşünce olarak görünmüyor.
Suriye Rejimi ile Normalleşme Kitlesel Geri Dönüşü Sağlayacak Bir Katalizör Değil
İktidar cephesinde durum bu iken, muhalefet de göç meselesinde sadra şifa herhangi bir şey sunmuyor. Esed rejimi ile uzlaşma üzerinden Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıları geri gönderme düşüncesi muhalefet partilerine seçimlerde oy kazandırabilir ancak bu fikrin siyasal bir rasyonalitesi yok. Suriye’ye geri dönüş koşullarının olgunlaştığını kanıtlamak için muhalif çevreler Suriye’de savaşın bittiğini ve Beşşar Esed’in Suriye dışına çıkan Suriyeliler için ilan ettiği afları öne sürüyor. Konuya vakıf olanlar için bu düşünce ham hayalden başka bir şeye tekabül etmiyor. Öncelikle Esed rejiminin ilan ettiği ilk af değil bu. Rejim Suriye savaşı boyunca hemen her sene-bazen birden fazla kez- af ilan etti. Ancak bu Suriye’ye kitlesel geri dönüşlere sebebiyet vermedi. Zaten Tadamon katliamının uluslararası medyaya yansımasından sonra Beşşar Esed’in af ilan etmesi durumun ne kadar trajik olduğunu ortaya koyuyor. Rejimle normalleşme üzerinden mültecileri Suriye’ye geri gönderme düşüncesi ayrıca iki farklı ülkece daha önce denendi. Suriye’nin iki komşusu olan Ürdün ve Lübnan büyük bir Suriyeli mülteci nüfusuna ev sahipliği yapıyor. Gerek ekonomik nedenler gerekse de sığınmacılar ve güvenlik gibi sebeplerle her iki ülke de Suriye ile normalleşme yolunu seçti. Ancak buna rağmen bu iki ülkeden de Suriye’ye doğru çok ciddi bir mülteci geri dönüşü yaşanmadı. Her iki ülkede de sığınmacılar büyük oranda kalmaya devam etti ve yakın vadede kalanlar Suriye’ye dönecekmiş gibi de görünmüyorlar. Yani Suriye rejimi ile normalleşme karşılığında ne Ürdün ne de Lübnan istediklerini alabildi. Ne Ürdün’ün Esed rejimiyle normalleşmesi ülkeye Suriye üzerinden giren uyuşturucu trafiğini sonlandırabildi ne de Lübnan’ın ekonomik problemleri ya da enerji sorunları çözülebildi.
Bunlar düşünüldüğünde, muhalefet seçimi kazanıp Türkiye Suriye rejimi ile normalleşse dahi Suriye’ye kitlesel ve gönüllü bir Suriyeli sığınmacı dönüşünün yaşanması pek mümkün görünmüyor. Nitekim Esed rejiminin kendi varlığına tehdit gördüğü ve çok büyük oranda rejime muhalif Sünnilerden müteşekkil olan sığınmacıların Suriye’ye dönmesini istemeyeceği açık. Suriye’de azınlık olan bir mezhebin temsilcisi olmasına rağmen Esed ailesi Suriye’yi yarım asırdan fazla bir süredir yönetiyor.
Bunların yanında Türkiye’de yüzbinlerce Suriyeli bebek doğdu, Türkiye’ye çocukken sığınan yüzbinlerce çocuk burada genç bireyler oldular. Türkiye’de büyüyen, burada eğitim alan ve Suriye ile bağları giderek azalan bu insanların Suriye’ye dönmesi pek mümkün değil. Zira bu insanlar burada nispeten rahat olan yaşamlarını bırakıp bir meçhule dönmek istemez. Türkiye’de belli bir istikrar kazanmış olan, işi gücü yerinde olan insanlar harap haldeki Suriye’ye, derin bir ekonomik krizin olduğu ve güvenliğin olmadığı bir ülkeye dönmekten imtina edecektir. Zaten dünyadaki örnekler de buna işaret ediyor. Savaşa maruz kalan coğrafyalarda çatışma süreci uzayıp insanlar başka bir yerde hayat kurdukça geri dönüş durumu gittikçe azalıyor.
Hatırlanacağı üzere 2020 yılında, İdlib’de Rusya’nın Türk askerlerini hedef almasının ardından Türkiye, Avrupa’ya gitmek isteyen Suriyelilere engel olmayacağını belirttikten sonra, çok az sayıda Suriyeli, kaçak yollarla Edirne üzerinden Avrupa’ya gitmeye çalıştı. Türkiye’de kendisine stabil bir hayat kuramamış olan Afganlar, Afrikalılar, İranlılar vs. Türkiye’den ayrılmaya çabalarken, çok az Suriyeli bu yola tevessül etti.
Bu noktaların yanında Suriye’ye dönen pek çok insanın başına gelen kötü durumlar farklı raporlara yansımış durumda. Dahası rejim çıkardığı kararnamelerle pek çok Suriyelinin mülküne de daha önce el koydu. Bu el koymalar demografik mühendislik için de elverişli bir araç oldu aynı zamanda. Suriye’nin her tarafında demografik bir mühendislik yapıldı yıllar içerisinde. Suriye rejimi de yönetebileceği küçük bir nüfustan gayet memnun durumda. Hadi diyelim ki rejim Suriyeli sığınmacıları kabul etmeye yanaştı, peki bu durumda rejimin Türkiye’den bir beklentisi olmayacak mı? Suriye rejimi savaşın başından bu yana istikrarlı bir şekilde Suriye’nin her karışı üzerinde otoritesini tesis edeceği söylemiyle destekçilerini konsolide etmeye çabaladı. Bu nedenle rejim muhtemel bir normalleşme karşılığında Türkiye’nin Suriye’den tamamen çekilmesini talep edecektir. Peki muhalefet iktidara geldiğinde koşulsuz şartsız bunu kabul mi edecek? Türkiye çekilmeyi de kabul etti diyelim böyle bir durumda, Beşar Esed otoritesini tesis etmek için silahlı muhalif unsurlara karşı yeniden bir askeri harekata girişmeyecek mi zannediliyor? Türkiye’nin olmadığı bir Suriye’de özellikle 4 milyon civarında insanın yaşadığı İdlib’de Esed rejimi teröristlere karşı savaş bahanesiyle bir askeri harekata giriştiğinde muhtemel bir bombardımandan etkilenecek on binlerce sivil yine Türkiye’nin sınırlarına akın etmeyecek mi? Bu durumun bir örneğini aslında Türkiye 2020’de yaşadı. 2020 yılında rejim-Rusya ortak askeri operasyonu sonucunda Türkiye sınırına yüzbinlerce insan dayandı. Ve en nihayetinde, Rusya’nın Türk askerlerini hedef almasının akabinde de Türkiye Suriye rejimini hedef alan Bahar Kalkanı Harekatı’nı başlattı. Böyle bir senaryo yeniden gerçekleştiğinde Türkiye sınıra dayanacak insanları kaderlerine mi terk edecek? Yanıtlanması gereken daha pek çok soru ortaya konabilir.
Göç Meselesinde Rasyonel ve Bütünlüklü Politika İhtiyacı
Yukarıda bahsedilen sebeplerle hem muhalefetin hem de iktidarın Türkiye’nin göç ve sığınmacılar meselesini daha bütünlüklü, insani ve rasyonel bir şekilde ele alması gerekiyor. Tüm Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesinin-Türkiye’nin uluslararası toplumda imajına çok büyük bir zarar verecek olan zorla geri gönderme gibi bir yola tevessül edilmedikçe-çok zor olduğu ortada. Bir kısım sığınmacı kendi ülkesine ya da üçüncü bir ülkeye gitse dahi sığınmacıların büyük bir bölümü Türkiye’de kalmaya devam edecektir.
Ayrıca sığınmacıların Türkiye’de kalacağını ifade etmek göç kaynaklı pek çok problemi göz ardı etmek manasına da gelmiyor. Türkiye’de sığınmacılar ve düzensiz göçmenler kaynaklı pek çok problemin olduğu, bu durumun da toplumsal gerilime yok açtığı ortada. Ancak bu vaziyet sığınmacıların topyekûn bir şekilde şeytanlaştırılmasını, zenofobik ve ırkçı söylemlere maruz bırakılmalarını meşru kılmıyor. Keşke şartlar uygun olsa ve sığınmacılar BM’nin de sürekli vurguladığı üzere onurlu bir şekilde ülkelerine geri dönebilseler. Ancak Suriye’deki cari şartlar kitlesel gönüllü geri dönüşe elverişli değil. Bu nedenle Türkiye’nin selameti açısından iktidar ve muhalefetin bir araya gelerek konuyu siyaset üstü bir şekilde ele alması ülkenin hayrına olacaktır. Bunun için ideal olarak iktidarın ön ayak olacağı muhalefet partilerine mensup kişilerin de içerisinde yer alacağı bir mekanizmanın kurulup göç ve sığınmacılar meselesinin etraflıca ele alınması olumlu bir gelişme olur.
Ne var ki Türkiye’deki kutuplaşmış siyasi atmosferde bunun ne kadar mümkün olacağı da yine bir soru işareti. Bunların hepsinin de ötesinde, önümüzdeki yıllarda Türkiye’de kalacak insanlar için bir entegrasyon politikasının uygulanıp uygulanmayacağı meselesi ülkenin göç kaynaklı problemlerinin çözümü hususunda epey belirleyici bir rol oynayacak. Türkiye sığınmacılar konusunda dünyadaki en büyük sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapmasına rağmen durumu şimdiye kadar iyi götürdü. Ancak ülkede ekonomik durumun da kötüleşmesiyle sığınmacılar meselesi giderek kaynama noktasına ulaştı ve toplumsal gerginlik tehlikeli bir raddeye vardı.
Dolayısıyla, konunun acilen suhuletle ele alınması toplumda sığınmacılara dönük öfkenin azaltılmasına katkıda bulunacaktır. Şu çok açık ki Türkiye’nin göç meselesinde rasyonel bir siyasi akla ihtiyacı var. Seçim sath-ı mailine yaklaştığımız bir zaman diliminde muhalefetin “tamamen geri gönderme” iddiası ile artık iktidar tabanında dahi pek kabul görmeyen “ensar-muhacir” söylemine hapsolmuş göç ve sığınmacı konusu Türkiye’ye zarardan başka bir şey getirmez.