(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)

 

Arap Baharı, Türkiye’ye, Türk dış politikasında geleneksel olarak ihmal edilen bölgedeki bazı Arap ülkelerinde etkisini artırmak için bir fırsat penceresi sağladı. Türkiye’nin Arap Baharı yanlısı tutumu, Ankara ile statüko yanlısı güçlerin, yani Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Bahreyn’den oluşan Anti-Arap Baharı koalisyonu ile arasını açtı. Bununla birlikte Türkiye, ülkede meydana gelen köklü değişimlerden kaynaklanan boşluktan yararlanarak özellikle Suriye’de önemli bir nüfuz elde etti. Türkiye’nin bu dönemde özellikle Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’e yönelik kullandığı sert güç unsurları, Ankara’nın, Arap Baharı karşıtı güçlerin ve İsrail’in dahil edilmesiyle ortaya çıktığı düşünülen ve Donald Trump yönetimindeki ABD tarafından desteklenen yeni bir bölgesel düzenin dışında bırakıldığı inancına dayanıyordu. Bu inanç ve birtakım başka faktörler, özellikle Katar ablukasının başlamasından sonra Tahran ile Türkiye’yi de yakınlaştırdı.

 

Bununla birlikte Türkiye, 2020’den itibaren eski bölgesel rakipleriyle ilişkilerini normalleştirmeye başladı. Ülkede kötüleşen ekonomik durum, Joe Biden’ın ABD’deki seçim zaferi ve ardından gelen bölgesel jeopolitik yeniden hizalanma gibi faktörlerin hepsi bu durumda rol oynadı. ABD’de Biden yönetiminin göreve gelmesiyle birlikte MENA bölgesinde gerilim azaldı ve Ankara, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ile ilişkilerini düzelterek bu ülkelere büyükelçi atadı. ABD’nin Çin’i sınırlamak için Asya-Pasifik bölgesine yönelmesi, söz konusu azalan gerilim sürecinde ve MENA bölgesindeki bölgesel yeniden hizalanmada önemli bir rol oynadı. Ankara, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn tarafından Doha’ya uygulanan Katar ablukasının sona ermesiyle somutlaşan bölgesel tansiyon düşürme eğilimini takip etti. Türkiye bu dönemde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde, Suriye rejimi ile de diplomatik kanalları aktive etmek için girişimde bulundu ancak Suriye rejiminin son derece olumsuz yaklaşımı nedeniyle herhangi bir sonuç alamadı.

 

Türkiye-İsrail İlişkileri

Gazze krizinin patlak vermesinden önce Türkiye-İsrail ilişkileri, on yıl boyunca devam eden soğuk ikili ilişkilerin ardından tarafların karşılıklı olarak birbirlerine büyükelçi ataması ile gelişmişti. Ayrıca Ermenistan’a karşı Dağlık Karabağ savaşında her iki taraf da Azerbaycan’ı destekleyerek Bakü’nün kaybettiği toprakları geri kazanmasına yardımcı oldu. Bunun dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eylül 2023’te Birleşmiş Milletler 78. Genel Kurulu’na katılmak üzere ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında ilk kez İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile New York’ta bizzat görüşmüştü.

 

Ek olarak, Ankara ile Tel Aviv arasındaki enerji iş birliği konusu da masadaydı ki bu girişimin mevcut bağları güçlendirmesi ve İsrail-Türkiye ilişkilerine yeni bir boyut getirmesi bekleniyordu. 1990’lı yıllarda Türkiye-İsrail ilişkileri temelde güvenlik alanında yoğunlaşıyordu. Ancak Gazze kriziyle birlikte ikili ilişkiler kötüleşmeye başladı. Krizin başlangıcında Türkiye, Gazze’de yaşanan insani trajediye karşı dengeli bir yaklaşım izlemeye çalıştı. Örneğin Türkiye Dışişleri Bakanlığı, saldırının ardından yaptığı ilk açıklamada, Hamas’ın ismini vermeden, ‘Aksa Tufanı’ operasyonu sonrasında yaşanan sivil kayıplarını kınadı. Ayrıca Ankara her iki tarafa da gerilimi azaltma, itidal ve ateşkes çağrısında bulundu. Ankara, mekik diplomasisi yoluyla Kahire zirvesinde Filistin-İsrail krizinde çok partili garantörlük sistemiyle yapısal değişikliğe olanak sağlayacak bir öneri de ortaya koymaya çalıştı ancak bu girişim bölge ülkeleri tarafından şu ana kadar desteklenmedi.

 

İsrail’in Gazzeli sivillere yönelik çok sert, kasıtlı ve ayrım gözetmeyen saldırıları arttıkça Türkiye söyleminin tonunu değiştirdi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in bir ‘devlet’ten ziyade bir ‘örgüt’ gibi hareket ettiğini ileri sürdü. İsrail’in aralıksız bombardımanı nedeniyle Türkiye ayrıca istişarelerde bulunmak üzere Tel Aviv Büyükelçisini de Ankara’ya geri çağırdı. İsrail tarafı da Türkiye’deki Büyükelçisini geri çağırmıştı. Tüm bunların yanı sıra ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, krizin başlangıcından bu yana Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk ziyaretten beklediğini alamadı.

 

Bu arada Türkiye, Hamas’ı ‘terörist’ bir yapı olarak tanımıyor. Ankara, Hamas’ı bir ‘kurtuluş örgütü’ olarak görüyor ve bu minvalde ilişki kuruyor. Ancak Türkiye’nin yapı üzerinde çok büyük bir nüfuzu yok. Bu nedenle, örneğin Hamas’ı rehineleri serbest bırakmaya zorlaması gibi bir durum yaşanamaz. Ancak Türkiye hem Hamas’la hem de Ankara’yla iyi ilişkileri olan Katar üzerinden bu yöndeki çabalarını artırabilir.

 

Ayrıca, Gazze krizinin tek kutuplu dünya düzeninin tabutuna çakılan son çivi olabileceği gerçeği göz önüne alındığında Ankara, Rusya’yı Tel Aviv üzerinde baskı kurmaya teşvik etmek amacıyla Rusya’nın krizde rolünü artırmasını olumlu bir şekilde karşılayacaktır ki Rusya’nın İsrail ile iyi ilişkileri olduğu bilinen bir durum. Gazze krizinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde hem Moskova hem de Pekin için fırsatlar sunduğuna şüphe yok. Her iki taraf da tıpkı Ankara gibi Filistin-İsrail meselesinde iki devletli çözüme desteklerini dile getirdi.

 

Ankara uzun süredir Batı’yı, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları karşısında çifte standart uygulamakla suçlayarak Rusya’nın devam eden Ukrayna işgali sırasında Batı’nın tepkisini dünyaya hatırlatıyor. Her ne kadar geleneksel olarak Türk siyasi elitlerinin stratejik eğilimi Batı’ya dönük olsa da Ankara, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tesis edilen küresel düzenin artık çökmeye yaklaştığını görüyor. Dolayısıyla, Ankara’nın stratejik yönünü değiştirip değiştirmeyeceğine ilişkin tartışmadan bağımsız olarak, Türk siyasi elitleri ortaya çıkan yeni küresel düzen için verilen mücadelede etkisini ve statüsünü artırma fırsatı görüyor. Dolayısıyla Türkiye, pek çok bölgesel aktör gibi ABD, Çin ve Rusya arasındaki süper güç rekabetinden kaynaklanan boşluktan faydalanıyor.

 

Bütün bunlara ek olarak Ankara’nın, yaşanan trajediye çözüm bulmak için Türkiye ile ilişkilerini düzelten Arap ülkelerine ulaşmak amacıyla mekik diplomasisini hızlandırması da muhtemel. Bu konuda Türkiye’nin ilk başvurabileceği ülkeler Mısır ve Suudi Arabistan. Genel olarak Ankara’nın ateşkes, İsrail kuvvetlerinin Gazze’den çekilmesi ve çok ihtiyaç duyulan insani yardımın Gazze Şeridi’ne girmesi yönündeki çağrılarını sürdüreceği ileri sürülebilir. Türkiye’nin ne Hamas ne de İsrail üzerinde yeterli nüfuzunun bulunmadığı dikkate alındığında Ankara’nın bölgesel mekik diplomasisine devam etmesi ve krize yapısal bir çözüm yaratabilecek ‘garantörlük formülü’ ile ilgili çalışmalarına devam etmesi Türkiye’nin çıkarına olacaktır. Eğer mevcut çatışma kontrolden çıkar ve Lübnan Hizbullahı, Yemen’deki Husiler ve Irak’taki Haşdi Şabi gibi İran’ın müttefiki yapıların müdahalesiyle kriz bölgesel bir savaşa dönüşürse bunun bedelini önümüzdeki dönemde bütün Ortadoğu ödemek zorunda kalacaktır.