(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)

 

Gazze savaşının patlak vermesinden bu yana krizin bölgesel bir şekil alıp almayacağı sorusu uluslararası medya organlarının manşetlerini süsledi. ABD’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya gönderdiği uçak gemileri ve nükleer denizaltılar, Washington’un da bir bölgesel savaş korkusu taşıdığını ve dolayısıyla önleyici tedbirler alma ihtiyacı içerisinde olduğunu gösterdi. Bu korkuya paralel olarak akla ilk gelen İran ve vekillerinin krize tepkisi oldu. Ayetullah Ali Hamaney’den Dışişleri Bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan’a kadar pek çok İranlı lider, İsrail’in Gazze’ye yönelik şiddetli bombardımanının başlamasının ardından tehditkâr açıklamalar yaparak, Tel Aviv’in Gazze’deki savaş suçlarını sürdürmesi halinde çatışmanın bölgeye yayılabileceği uyarısında bulundu.

 

İran’ın Gazze krizine doğrudan müdahale etmek istemediği ve Aksa Tufanı Operasyonu’nun kendisi tarafından düzenlendiği yönündeki iddiaları reddettiği şüphe götürmezken, Tahran operasyon dolayısıyla Hamas liderlerini tebrik etti ve en azından Arap ülkelerindeki vekil örgütleri aracılığıyla İsrail’in dikkatini belli bir ölçüde de olsa dağıtabilme kapasitesini haiz. Bu bağlamda Tahran’la yakın bağları göz önüne alındığında Lübnan Hizbullah’ının kapasitesi ve tepkisi tartışmaların ana odağı haline geldi. Bununla birlikte, Gazze krizinin ardından İsrail güçleri ile örgütün militanları arasında yaşanan çatışmalar, şu ana kadar savaşan taraflar arasındaki geleneksel angajman kuralları çerçevesinde kaldı. Dolayısıyla Hizbullah’ın günden güne artan kayıplarına rağmen durum kontrolden çıkmadı.

 

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın uzun zaman boyunca merakla beklenen konuşmaları, örgütün Lübnan-İsrail sınırında askeri gerilimin tırmanmasından yana olmadığını da gösterdi ki bu durum örgütün bazı destekçilerini hayal kırıklığına uğrattı. Şüphesiz ki Hizbullah, İsrail’in örgüte karşı sert saldırıları nedeniyle Güney Lübnan’da büyük bir yıkıma yol açan 2006 savaşından bazı dersler çıkarmış durumda. Buna rağmen Hizbullah’ın giderek artan kayıpları ve Gazze’de ortaya çıkan yıkıcı insani kriz, kalıcı bir ateşkesin henüz çok uzakta olduğu gerçeğiyle birlikte ele alındığında, örgüt ve lideri Nasrallah üzerinde artan bir baskı oluşturuyor. Bu nedenle Hizbullah’ın söz konusu geleneksel angajman kurallarının sınırlarını zorlaması ve İsrail’in de buna paralel olarak daha sert tepkiler vermesi bekleniyor. Ek olarak, Hizbullah’ın sözde ‘direniş eksenindeki’ bir diğer kritik müttefiki olan Yemen’deki Husilerin İsrail’e yönelik füze saldırıları Tel Aviv’in Gazze’ye yönelik saldırganlığının seyrini değiştirmeye yetmiyor.

 

İsrail ve ABD, yukarıda bahsedilen örgütlerin yanı sıra, Irak ve Suriye’de konuşlu bulunan İran destekli milislerden de tehdit algılayarak onlara karşı yıldırıcı önlemler almaya çalıştı. Her ne kadar Suriye rejimi şu ana kadar Gazze savaşının olumsuz sonuçlarından uzak durmaya çalışsa ve kendisini yalnızca İsrail’i kınayan resmî açıklamalar yayınlamakla sınırlasa da Tel Aviv, Suriye’nin Gazze’ye karşı savaşında kendisine karşı bir cephe olmasını engellemeye çalışıyor. Bu amaçla İran destekli milisler ülkede İsrail tarafından sürekli hedef alınıyor. İsrail’in, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde İran destekli milislere yönelik 2013 yılından bu yana devam eden saldırıları, Hizbullah’a silah akışını engellemeyi ve milislerden kaynaklanan diğer tehditleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Bu gerekçe dikkate alınarak, Gazze Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre sonra Golan Tepeleri’ne düzenlenen bir roket saldırısı gerekçe gösterilerek Suriye İsrail tarafından bombalandı. İddialara göre göre İsrail’in Eilat kentine yönelik bir drone saldırısı da Suriye’deki silahlı bir örgüt tarafından düzenlendi. İsrail, Kasım ayı başında misilleme olarak Suriye’yi hızla vurdu. Bu yaşananlara rağmen, İsrail’e yönelik söz konusu saldırıların sorumluluğunu hiçbir grubun üstlenmediğini belirtmekte fayda var.

 

Üstteki gelişmelerin yanında Halep ve Şam’daki havalimanları da İsrail güçlerinin hedefi olmaya devam ediyor. Gazze’deki savaş, İsrail güçlerinin Suriye’deki havalimanlarına yönelik saldırılarının yoğunluğunu azaltmadı. Örneğin Halep Havalimanı 2023 yılında İsrail güçleri tarafından en az altı kez saldırıya uğradı. Bu saldırıların son örneği 22 Ekim’de yaşandı. Bunun akabinde İran, aralık ayı başında Suriye’de iki İran Devrim Muhafızları mensubunun bir İsrail saldırısında öldürüldüğünü duyurdu. İsrail’in, İran’ın kendi jeopolitik çıkarları ve gündemi için kullanmasını engellemek amacıyla havalimanlarını felç edip kullanılamaz hale getirme niyetinde olduğu açık.

 

Ayrıca Pentagon’a göre, Gazze’de çatışmaların başlamasından bu yana, ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği nedeniyle İran destekli gruplar tarafından Suriye ve Irak’taki ABD üslerine 70’ten fazla saldırı düzenlendi. Bu saldırıların bir kısmını ABD güçleri engelledi, bir kısmı da yaralanmalara yol açtı. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’e göre Washington, İran destekli milislerin düzenlediği saldırı dizisine misilleme olarak Ekim ayı sonlarında Başkan Biden’ın emri üzerine Doğu Suriye’deki Ebu Kemal ve Meyadin bölgelerinde İran destekli örgütlere hava saldırıları düzenledi. Savunma Bakanı’na göre saldırılar milislere ait tesisleri yok etti. Ayrıca ABD’nin saldırıları komşu Irak’a da yayıldı. ABD’nin, 4 Aralık’ta Irak’ın Kerkük bölgesi yakınlarında düzenlediği hava saldırısında 5 milis öldü.

 

Kısacası, ‘Filistin davası’ bölgedeki farklı siyasi aktörlerin, özellikle de Esed rejiminin meşruiyetini artırma veya meşruiyet kazanma arayışında işlevsel bir enstrüman olarak kullanılsa da ne Suriye rejimi ne de Irak hükümeti kendi kısıtları, öncelikleri ve çıkarları nedeniyle Gazze Savaşı’nın yeni bir cephesi olmaya istekli. Ancak milislerin direktiflerini Şam ya da Bağdat’taki liderlerden ziyade doğrudan İran’dan ya da Tahran bağlantılı yerel aktörlerden aldıkları düşünüldüğünde, İran müttefiki milislerin varlığı hem Bağdat hem de Şam için ciddi bir risk anlamına geliyor. İsrail ordusunun operasyonlarını Güney Gazze’ye yönelik olarak genişletme niyeti her geçen an daha belirgin hale gelirken hem Suriye hem de Irak’ın Gazze krizine sürüklenme tehdidiyle giderek daha fazla karşı karşıya kalması muhtemel. Batı’nın Gazze savaşında İsrail’e koşulsuz desteğinden kaynaklanan stratejik körlüğünün, önümüzdeki dönemde bölgedeki gerilimi artırması ve bölgesel aktörleri, ortaya çıkan yeni küresel düzene uygun olarak dış politikada farklı küresel aktörlerle iş birliklerini derinleştirmeleri de çok olası. Batılı aktörlerin Orta Doğu’da azalan güvenilirliği, popülaritesi ve nüfuzu muhtemelen İran, Rusya ve Çin’in mevcut gerçeklikten faydalanmasının önünü açacak.