Başkan Donald Trump’ın ilan ettiği Kudüs Deklarasyonu’nun ardından Filistin meselesi bir anlamda uykusundan uyandırılmış oldu ve hemen manşetlere taşındı. Buna dönük tepkiler ve bizzat söz konusu durumun ortaya çıkardığı etkiler, yeni riskler ve fırsatlar doğurabilecek şekilde bölgesel fay hatlarına temas etti. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Ürdün Kralı II. Abdullah; en son yapılan İslam İş Birliği Teşkilatı olağanüstü zirvesinde hemen yanı başlarında Türkiye ve İran cumhurbaşkanını, Katar Emiri’ni ve hem bölgeden hem de bölgenin bir hayli ötesinden –Kuveyt, Endonezya, Malezya, Pakistan, Bangladeş vd.- katılan birçok lideri gördüler. Biraz ötede ise Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) sadece alt seviyede yetkilileri gördüler. Bu, olağan bir şey değildi.

Olan bitenlerin revizyonist bir anlatıyla sunulmaya başlanmasının üzerinden çok zaman geçmemişti, henüz sadece birkaç gün oldu ve argümanlar birçok mesajla örüldü: Trump’ın deklarasyonunda ince noktalar vardı ve bu deklarasyon ABD yönetiminin barış çabalarına kapıları kapamıyordu, Filistinliler aşırı tepki gösteriyordu ve olumsuz geri dönüşler asgari düzeydeydi… Bu revizyonist söylem, ABD yönetimine yakınlıkları sebebiyle deklarasyon konusunda töhmet altında kalanlar ile Washington D.C.’deki İsrail’i memnun etme ajandasına bağlı olan bazı yorumcular tarafından geliştirildi. Ancak bu söylem, aynı zamanda gerçekle bağdaşmayan ve kolayca çürütülebilen bir söylemdi.