Özet: Orta Doğu’nun bugünkü sınırlarının ortaya çıkmasından bu yana yüz yıl geçti. Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan devletlerden İngiltere ve Fransa, bir asır önce Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra arta kalan toprakları paylaşmak için işe koyuldular. Çizdikleri sınırlar ise bugüne kadar varlığını sürdürdü. Kurdukları siyasal düzenler bugüne kadar gelişim gösterdi ancak hiçbir zaman dış güçlere bağımlı olmaktan da kurtulamadılar. Bu durum onları yerel düzeyde işlevsiz devlet sistemlerine dönüştürdü. Bu bir asırlık düzen (veya düzensizlik), tüm Orta Doğu’da etkili olan 2011 halk ayaklanmalarıyla birlikte devamlı bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Sırayla birkaç Arap devletinin çözülmesi/çökmesiyle, adil görmedikleri sınırları tanımayan ve yerine yenilerini ikame etmek isteyen iki tür devlet-dışı aktör belirdi. Bundan 100 yıl evvel kendi devletlerine sahip olma imkânı verilmediği için mücadelelerini bugüne dek sürdüren Kürtler ve ulus devletleri aşacak şekilde dünya çapında bir İslam Halifeliği kurmak isteyen IŞİD mensuplarından söz ediyorum.  Bu iki grup da Orta Doğu’daki sınırları değiştirme arzularını gerçekleştirmede şu ana kadar başarısız oldular. Belki de hâlâ başarılı olma şansları var ancak bir yanıyla çözüm, mevcut sınırlar dahilinde daha iyi işler siyasal düzenler oluşturmaktan da geçiyor olabilir. Orta Doğu halkları -Irak’ta bugün görüldüğü gibi- kendilerini çatışmaların içerisinden çekmeye başlarken, karşı karşıya kalabilecekleri iki büyük zorluk söz konusu. Toplumsal sözleşmeleri yenilemek ve son derece çeşitlilik arz eden bir nüfusun ihtiyaçlarını adil bir şekilde karşılayabilecek ve komşu topluluklar arasındaki toprak ihtilâflarını barışçıl bir şekilde çözüme kavuşturabilecek idari yapılar tesis etmek bunların başında geliyor.