2000 yılında çekilen “Gladyatör” filminin en güçlü sahnelerinden birinde, Proximo’yu oynayan Olive Reed, Russell Crowe tarafından canlandırılan Maximus karakterine, “Beni dinle, benden öğren. Hızlı öldürdüğüm için en iyisi değilim. En iyisiyim çünkü kalabalıklar beni sevdi. Halkı kazan ve ardından özgürlüğünü kazanacaksın” diyordu.
Bu sahne, “halkın” zaman, şartlar ve iktidardaki rejimlerin doğası fark etmeksizin taşıdığı gücü ortaya koymaktaydı. Halk, bir toplumda herhangi bir köklü değişimin gerçekleşmesini sağlayan temel faktörlerden biridir. Tiranlar, kitleleri bastırmak ve susturmak için tüm yollara başvururlar ancak belli bir noktada o kitleler kolektif güçlerini ortaya koyup isyan ettiğinde, istenmeyen yöneticilerin sadece iki seçeneği kalacaktır: Taleplere kulak vermek veya koltuğu terk etmek.
Gladyatörler ve Kolezyumlar bizim zamanımızda da varlıklarını sürdürmektedir ancak farklı biçimlerde. Günümüzün dünyasında bir gladyatör kılıç yerine dijital bir kamera tutuyor olabilir. Dövüşler fiziksel olarak değil ama dijital ortamda, yani tipik bir Kolezyum yerine internet ortamında gerçekleşebilir. Gladyatörleri için tezahürat yapan seyircilerle dolu yuvarlak mimarili bu binalar yerlerini milyonlarca beğeni ve paylaşımın yapıldığı, online mavi platformlara bırakmışlardır, Facebook ve Twitter gibi…
Muhammed Ali: Mısırlı Dijital Gladyatör
Dijital gladyatörlerin en yeni örneği, ülkesinden İspanya’ya kaçıp Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi, onun eşi ve askeri cuntanın dâhil olduğu devasa çaptaki yolsuzluk hikayelerini internet ortamında ifşa eden, 40 yaşındaki Mısırlı iş adamı ve müteahhit Muhammed Ali’dir.
Muhammed Ali ve ifşa ettikleri, tam bir politik çıkmazın yaşandığı bir dönemde Mısır’ı sarsmıştır. 2013 yılındaki askeri darbeden bu yana, resmi muhalefet halkın talepleri ve umutları ile uyuşan bir söylem veya eylem önermekte yetersiz kalmış ve siyasal anlamda bir ümitsizlik havası ülkeye hâkim olmuştur. Ancak ikna edici bir retoriğe sahip ve bir dijital kamera ve sosyal medya hesapları ile donanmış olan Muhammed Ali, rejimin söylemlerine meydan okumuş ve halktaki karşıt havayı güçlendirmiştir.
Sosyal Medya: Birbiriyle Bağlantılı Hâle Gelmiş Toplumun Kolezyumu
Bu vaka, sosyal medyanın bilginin yayılıp uygulamaya geçmesi, bakış açılarını şekillendirmesi ve nihayetinde yeni söylemler yaratılması hususlarındaki temel rolünü bir kez daha gündeme getirmiştir. Sosyal medya, aktivistler tarafından kullanıldığında halka rejimin medya üzerindeki kontrolünden sıyrılıp kendi söylemini yaratıp yayma imkanlarını vererek otoriter rejimler için korkutucu bir hâle gelebilmektedir. Öte taraftan, sosyal medya platformları halk hareketlerini zapt etmek için otoriter rejimler tarafından da kullanılabilmektedir. Bu, halk hareketini bozmak veya yanlış yönlendirmek amacıyla paralel söylemlerin üretilmesi veya bilgi kirliliği yaratılması şeklinde olabilmektedir.
Ancak sosyal medya ağları bilgi akışını çok büyük bir hızda sağlamaktadır ki bu da otoriter rejimlerin bilgi alanını idare veya kontrol etmesini daha zor hâle getirmektedir. Gün geçtikçe büyüyen ve birbiriyle bağlantılı hâle gelen bir toplum içerisinde bir kişinin hikayesi ciddi ölçüde dikkat çekebilmektedir. Bu da ya sosyal medya ağlarında aktif olan aktörler ya da hâlâ geleneksel medyayı takip etse de nihayetinde gündemden geri kalmamak için bu hikâyeyi konu edinmek durumunda kalanlar aracılığıyla gerçekleşmektedir.
Yumuşak Otoriter Rejimlerde Sosyal Medya
Mübarek rejimi, özellikle 2005’ten sonra ordu, cumhurbaşkanının ve ailesinin özel hayatı gibi bazı kırmızı çizgiler aşılmadığı sürece bazı gazetelerin ve medya organlarının rejimin politikaları ile uyuşmayan haberler yapmasına müsaade etmiştir.
Bu dar özgürlük alanı, politik merakları olan birçok bireyi ve aktivisti kendi bloglarını kurup halka ulaşma ve yeni kanaat önderleri olma konusunda teşvik etmiştir. Bu durum özellikle de işkence ve cinsel taciz gibi insan haklarına bağlı alanlarda yaşanmıştır.
Böylece, rejimin toplumsal yaklaşımına karşı gelmek ve yeni bir politik ajandaya yol açıp muhalefetin argümanlarını destekleyen bir kamuoyu oluşturmak ve nihayetinde “6 Nisan” ve “Hepimiz Kalid Said’iz” gibi 25 Ocak Devrimi’nde önemli rol oynamış hareketler gibi kolektif eylemlere geçilmesi mümkün olmuştur. Rejimler bilgi üretimi ve bu bilgilerin yayılması konusundaki yetilerini kaybederken, kamuoyu ve kolektif eylem bakımından halkı kontrol etmek de daha zor hâle gelmiştir.
Katı Otoriter Rejimler de Farklı Değil
Kimileri yumuşak otoriter rejimler için doğru olanın katı otoriter rejimler için doğru olmadığını öne sürmektedir. Ancak kanıtlar bu iddianın doğru olmayabileceğini göstermektedir.
Örneğin Sisi rejimi, Mübarek rejimi döneminden ders çıkarmış ve gazetecilerin, bloggerların ve sosyal medya kullanıcılarının tasfiye edilmesi, siyasi liderler ve aktivistlerin devasa bir gözetim mekanizması altında tutulması ve sosyal medya paylaşımlarına ağır cezalar verilmesi suretiyle basın özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Açıktır ki Sisi rejimi kamusal alanı kapama ve rejimin kendi söylemlerinin yayılmasını sağlayacak şekilde fikir özgürlüğüne karşı sert bir baskı uygulama konusunda büyük ölçüde başarılı olmuştur.
Ancak Muhammed Ali’nin sızdırdığı bilgiler, Mısır hükümeti tarafından alınan önlemleri geçersiz hâle getirmiştir. Ali’nin sızdırdığı bilgilerin rejim içerisinde çatışan kanatlar tarafından yönetilen bir plan olduğu hipotezi bir tarafa bırakılırsa, Ali vakası bir bireyin alternatif söylemler üreterek yüksek güçle korunan kapalı kapılar ardında nasıl bir histeri yaratabileceğini, böylece otoriter rejimlerin de medya ve bilgi akışı üzerinde sıkı önlemler almış olduklarında bile birbiriyle bağlantı kurmuş bir toplum karşısında ne denli kırılgan olabildiğini göstermektedir.
Muhammed Ali’nin hikâyeleri hem güvenilir hem de şok edici bulunmuştur. Her ne kadar Mısırlılar muhtemelen daha önce de bu ifşa edilmemiş bilgilerden haberdar olsalar da bu bilgilerin rejime yakın ve rejimin sırlarına hâkim bir figür tarafından ifşa edilmesi -ve bunun kamera önünde yüksek bir mizah seviyesiyle yapılması- bu vakayı böylesine çarpıcı bir hâle getirmiştir.
Ali; TV kanalları, muhalif gazeteler ve hatta uluslararası basın gibi geleneksel medya araçlarına başvurmamıştır. Bunlar yerine, Mısır’da en çok kullanılan sosyal medya platformu olan Facebook’u (yaklaşık 39 milyon Mısırlı Facebook’ta hesap sahibidir) tercih etmiş bu platformdaki ifşalarının daha güvenilir, erişilebilir ve etkili olacağına inanmıştır. Gerçekten de Muhammed Ali’nin kişisel sayfasının takipçi sayısı, Mısır otoritelerince hacklenmeden önce 2000’den 160.000’e yükselmişti. Tüm videoları “hackerlar” tarafından durmaksızın silinse de “Muhammed Ali’nin Sırları” isimli Facebook sayfası sadece iki günde 200.000’den fazla takipçiye ulaşabilmiştir.
Sosyal medya platformları bir vakanın insanileşmesini sağlamakta ve o vakanın geleneksel medyanın rutin karakterinden sıyrılmasını mümkün kılmaktadır. Ancak bunu yaparken de hâlâ yerel ve uluslararası medyayı o vakayı ele almaya iterek geleneksel medyanın avantajlarından da faydalanabilmektedir. Muhammed Ali vakası da yeni muhalif akımlara yolu açmış ve rejimin istikrarını ciddi şekilde risk altına sokabilecek kolektif eyleme kapı aralamıştır. Netice olarak, rejimler medya üzerindeki nihai kontrolünü kaybetmekte ve Mısır’da Cumhurbaşkanı Sisi’nin alelacele organize edilmiş bir gençlik konferansında bizzat Muhammed Ali’nin videolarına cevap verdiği gibi, bu tip vakalarda bir cevap verme zorunluluğu hissetmektedir.
Kamusal alanın tümden kontrol edilmesinin imkânsız olduğu bir devirde yaşamaktayız. Dijital Kolezyum dövüşe hazır bir Gladyatöre açıkken, iktidar sahipleri ya sadece izleyebilmekte ya da bu dövüşe dâhil olmaktadır.