(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)

İranlı siyasi elitlerin ve daha geniş anlamda İran halkının gözünde Avrupa Birliği’nin (AB) küresel bir aktör olarak rolü, Amerika’nın İran üzerindeki azami baskı politikasını alt etme girişiminin başarısızlığında da görüldüğü üzere AB’nin stratejik bir bağımsızlığının olmaması nedeniyle ciddi anlamda zayıfladı. Bu [algı], Batılı güçlere karşı genel anlamda daha sert bir yaklaşım sergileyeceğine inanılan Cumhurbaşkanı Reisi döneminde İran’ın Avrupalı güçlere yönelik politikasını etkileyecek. İran’ın mutabakata dayalı stratejik karar alma süreçleri nedeniyle yeni yönetim döneminde hesaplarında büyük bir değişim olması pek muhtemel olmasa da Reisi’nin “devrimci” dünya görüşü ve İranlı muhafazakârların Batı’ya yönelik iyi bilinen güvensizliği İran’ın AB’ye yaklaşımının daha kararlı ve daha az uzlaşmacı olacağına işaret ediyor. Bu durum özellikle İran’ın başlıca güç kaynakları olan balistik füze programı ve bölgesel politika ile nüfuzu için geçerli.

Ruhani yönetiminin Batı’yla yapıcı ilişkileri 2015’te İran nükleer anlaşması olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na (KOEP) zemin hazırlarken, bizzat o anlaşmanın kaderi Batılı güçlerle herhangi bir anlamlı temasın üzerine şüphe gölgesi düşürüyor. İroniktir ki anlaşmayı ihlal eden taraf Birleşik Devletler (ABD) olmasına rağmen İran’ın eleştirilerinin büyük kısmına maruz kalanlar, yaptırımları bypass edecek bir mali araç olan INSTEX mekanizmasını yürürlüğe koyma gibi asgari çabaları hiçbir somut sonuç vermeyen Avrupalılar olmuştu. Bu bakımdan Trump’ın çekilmesinin ardından anlaşmayı korumaya çalışsalar da Avrupalılar ABD’nin azami baskısına pratikte dayanamadıkları için İran’ın yoğun eleştirileriyle karşı karşıya kaldı.

Birçok İranlı Avrupa’nın yaklaşımını tabiri caizse ABD ile ‘iyi polis-kötü polis’ hilesindeki iş bölümünden ibaret gördü. Hatta AB’nin ABD’nin ani reaksiyonu (İran’ın nükleer anlaşmasını ihlal ettiği kanıtlandığında kaldırılmış tüm BM yaptırımlarının yeniden konmasını amaçlayan mekanizma) tetiklemesini desteklemeyi reddetmesi de bu konuda İran’ın görüşünü değiştirmedi. Ayrıca, AB’nin İran’ın milli kahramanı olarak görülen General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi konusundaki sessizliği ise AB’nin İran’a karşı tesir gücünü daha da azalttı. Reisi’nin gücü nükleer anlaşmaya giden her adımı ve sonrasındaki ABD ve AB tutumlarını eleştirmiş bir ihtilaftan geliyor. Bu bağlamda İranlı muhafazakâr çevrelerin Batı hakkındaki olumsuz görüşleri son birkaç yılda daha da arttı ve bu ihtilaf hâlihazırda Reisi’nin seçilmesiyle Tahran’da dümeni eline aldı.

Reisi döneminde İran-Avrupa ilişkilerinin çoğuna karşılıklı beklentiler yön verecek. İranlıların AB’nin KOEP’deki rolü ve İran’a yönelik politikası hakkında söyledikleri muhtemelen İran’ın AB güçlerine ileriye dönük yaklaşımını gölgede bırakacak. AB’nin yeterliliği bir yana, İranlılar sadece AB’nin yapabileceklerine değil nükleer anlaşmayı kurtarmak için ABD’nin azami baskı kampanyasına karşı çıkma isteğine yönelik de ciddi kuşkularını dile getirdi. Bu temkinlilik nedeniyle İranlıların Reisi’den beklentileri Ruhani’den bekledikleriyle muhtemelen aynı olacak: KOEP’in tam tatbiki ve İran’a zaten anlaşma kapsamında kazanmış olduklarının teslim edilmesi. İran ayrıca beklentilerine Batı’nın KOEP’i ihlal edip ülkede ciddi ekonomik zorluklara neden olmasını da telafi etmesini ekliyor. Bu beklentiler arasında önceki ihlallerin tazmini ve gelecekteki ihlallerin önleneceği garantisi de yer alıyor.

Avrupalılar İran’ın KOEP’e tam riayet edip günbatımı koşulları denen maddeleri (uzatılmaması halinde kısıtlamaları birkaç yıl içinde kaldıran bir hüküm) uzatmasının yanı sıra Tahran’ın savunma kapasitesi ve bölgesel politika ile nüfuzunu da müzakere etmeyi kabul etmesini bekliyor. Tek taraflı bir konvansiyonel silah kontrol anlaşmasının emsalinin olmayışını göz önünde bulunduran İran balistik füze programını görüşmeyi reddediyor. Retlerinin arkasındaki diğer nedenler ise bu programın savunma kapasitesi hakkında olması ve ülkelerin bu kapasitelerini açığa vurmaması ve de sınırlandırmamasıdır. İran, başlıca Avrupa ve Arap ülkeleriyle ABD’nin düşmanları Irak Baas rejimini desteklediği 1980-1988 İran-Irak savaşı sırasında caydırıcı kapasiteye çok ihtiyaç duyduğunda nasıl yalnız bırakıldığını hala anımsamakta. Ayrıca, İran’ın savunma kapasitesinden verilecek herhangi bir taviz küresel güçlerle ilişkilerde eşit seviyede durma anlamına gelen ve İran Dini Lideri tarafından dile getirilen hassas milli İzzet (İtibar) ilkesiyle de çelişecek. 

Ancak bölgesel anlamda İranlılar, İran’ın bölgesel nüfuzu değil bölgesel krizlerin çözümü için eşit seviyede tartışmalara daha açık görünüyor. Tahran bölgesel diyalog çağrısında bulunuyor ki bu noktada Fars Körfezi güvenliğine yönelik Hürmüz Barış Girişimi (HOPE) ve bölgedeki yerel aktörler arasında bir bölgesel güvenlik diyaloğu kurulması gibi projeler önerdi. İran bölgesel konularda Astana Süreci ve İran-AB arasındaki Yemen görüşmeleri örneklerinde olduğu gibi AB dâhil, bölge dışı aktörlerle de devam eden müzakerelerde yer almakta. Bu anlamda bölgesel güvenlik konusunda özellikle komşu ülkelerle paralel bir müzakere programı Tahran tarafından sıcak karşılanacaktır. Fakat Tahran bu görüşmeleri daha önce imzalanmış olan ve sabote edilmiş olsa da kazanılmış bir anlaşma olarak gördüğü bir anlaşmaya (KOEP gibi) bağlamayı reddediyor. 

İranlılar Biden’ın seçilmesinden sonra ABD ve Avrupalı müttefiklerinin KOEP’e koşulsuz dönmesini bekliyordu. Ancak Batı bunun yerine KOEP’e hızlı ve temiz bir dönüş sürecini karmaşıklaştırmamak amacıyla İran’ın çektiği ekonomik zorlukların tazmin edilmesi taleplerini erteledi. AB’nin İran hakkındaki söylemi aslında daha da sertleşti: AB sadece KOEP’in günbatımı denen maddelerinin muhafaza edilmesi konusunda değil İran’ın bölgesel politikası ve savunma kapasitesi hakkında da İran’dan daha fazla şey talep ediyor fakat İran bunları şimdiye kadar reddetti. Bu talepkâr yaklaşım öfkelenen İran’ın uranyum zenginleştirme seviyesini %20’ye ve sonra %60’a yükseltmeye (Cumhurbaşkanı bunun ileride belki de %90’a yükseltilebileceğini belirtti), İran parlamentosunu da İran’ın KOEP yükümlülüklerinin bir parçası olarak gönüllü olarak gözettiği ek protokol için bir son tarih belirleyen tasarıyı geçirmeye itti. Reisi yönetimi muhtemelen azami baskıya ve AB’nin sertleşen yaklaşımına karşı İran’ın KOEP yükümlülüklerini daha da aşağı çekerek direnç göstermeyi sürdürecek.

Azami baskı politikası yerinde dururken İranlılar ABD’nin bölgesel politikasına karşı da direnç gösteriyordu ki Reisi yönetimi, nükleer müzakerelerdeki mevcut tıkanma sürerse muhtemelen bunu daha da arttıracak. Genel anlamda Reisi yönetiminin AB ve daha geniş ölçekte Batı’ya yönelik yaklaşımı, Reisi’nin ABD ve AB’yi KOEP’e geri dönmeye çağırmasında görüldüğü üzere “baskıya karşı baskı” ve “riayete karşı riayet” şeklinde olacak. Bu yüzden AB’nin sertleşen tutumu muhtemelen İran’ın daha sert tutumuyla karşı karşıya kalacak. Gelinen noktada, önceki tavizler daha çok baskı ve yaptırımdan başka hiçbir sonuç doğurmadığı için İran’ın taviz verecek durumunun kalmadığı anlaşılıyor.