Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki stratejik ajandası, Sovyetler Birliği döneminde bu bölgeye yönelik strateji belirlenirken esas alınan etmenlerin aynısı etrafında şekilleniyor: Bölgenin Batı ve Doğu arasındaki politik ve ekonomik faaliyetler ile ticaret rotalarına nüfuz etmede dayanak noktası niteliğinde bir coğrafi konuma sahip olması. Doğu Akdeniz, Sovyetler döneminde Sovyetler Birliği ve Batı arasındaki ideolojik ve stratejik rekabetin temel bölgelerinden biri olarak düşünülürken, Soğuk Savaş’ın ardından bir şekilde önemini kaybetmişti. Böylece, AB ve ABD’nin küresel nüfuzuna karşı denge sağlamak için politik ve ekonomik anlamda manivela gücü sağlayacak potansiyel bir kaynak olarak görülen Doğu Akdeniz, son dönemlere kadar Rus liderler için ikincil öneme sahip oldu. Örneğin Rusya, Yunanistan-Türkiye gerilimlerini ve NATO içerisindeki ayrılıkları S-300 PMU1 sisteminin Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a transferini sağlayacak bir fırsat olarak kullandı. Benzer bir şekilde Moskova bölgedeki politik aktörleri son derece ihtiyatlı bir şekilde destekleme politikası izliyor.   

Her şey Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesiyle değişti. Batı’dan uygulanan yaptırımların baskısıyla karşı karşıya kalan Kremlin, dünyanın geri kalanına karşı kapalı “kuşatılmış bir kale” rolüne teslim olmadı. Bu şekilde bakıldığında, Rusya’nın Suriye’deki -ve daha sonra Libya’daki- operasyonları belli derecede başarı yakalayarak Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya dönen bir süper güç vizyonunu destekledi. Neredeyse beklenmeyen biçimde, Moskova bölgedeki ve bölgenin ötesindeki kilit aktörlerle ilişkiler geliştirmeyi başardı ve Batı ile aynı şartlarda mücadele edebileceğini gösterdi. Bu da Kremlin’in Kırım krizinden sonra son derece göstermek istediği bir şeydi. Rusya’nın başarısı yerleşik aktörlerin, içerisinde bulundukları durumdan çıkmaya odaklanmış, duygusal davranmaya ve basit, doğrudan çözümlere meyilli oldukları büyük kriz dönemlerinde kararlı bir şekilde hareket etmesine dayanıyor.

Bununla birlikte, Rusya sadece tesadüfi fırsatlardan faydalanmadı. Ayrıca, kazanımlarının temel dayanaklarını korumaya ve adımlarını bunlar üzerine inşa etmeye gayret ediyor. Örneğin, kamu destekli petrol şirketi Rosneft, Lübnan’da faaliyet göstermesi için Levante Storage S.A.R.L. isimli bir yan şirket kurdu. Bu, Rusya’nın bölgedeki varlığını pekiştirdi, diplomatik açıdan da elini güçlendirdi. Öngörülebileceği gibi, esas olarak Lübnan-İsrail arasındaki gerilimler bağlamında.

Bununla birlikte, Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgeler arasındaki sınırların belirlenmesi konusunda Rusya’nın rolünü fazla büyütmemek önemli. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nicos Anastasiades’in Rus mevkidaşı Vladimir Putin’den Türkiye’yi Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde doğalgaz keşfi faaliyetlerini durdurması için ikna etmesi talebi bunun bir örneği. Putin’den bu talebe anlamlı bir destek gelmedi. Tam tersine, Moskova tutarlı bir şekilde bölgedeki çatışmada herhangi bir rol üstlenmekten de kaçınıyor. Rusya’nın en fazla yapabileceği, meselenin çözümü için bazı uluslararası girişimlerde yer almak olacaktır.

Ayrıca, Rusya’nın Suriye ve Libya’daki savaşlara müdahil olması, bürokrasi aktörlerinin sorumluluk alma ve dış politika hedeflerini gerçekleştirme konusundaki yetersizliğini gözler önüne serdi. Bu durum, diplomatların ve diğer resmi aktörlerin faaliyetlerinin gayriresmi başkaca aktörlerin çabalarıyla tamamlandığı sözde “paralel diplomasiye” olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Böylece, Çeçen lider Ramazan Kadirov’un ağı, Orta Doğu diplomasisinde aktif bir tür “düşünce kuruluşu” gibi işlev göstermeye başladı. Evgeny Prigozhin’e bağlı özel askeri şirketler bölgesel çatışmalara paralı askerler olarak katılım gösteriyorlar. Bu faaliyetlerin Rus özel servislerinin gözetimi altında olduğuna pek şüphe yok. Jeopolitik çıkmazlara çözümün hazırlanmasında komuta rolünü bu servisler üstleniyor.  

Bir diğer mesele, Rusya’nın dış çatışmalara dâhil olmasına dair kamuoyu onayını sağlamak (en azından sert eleştirilerin önüne geçmek). Suriye’deki çatışma hususunda Kremlin, müdahalesini makul bir şekilde izah edebildi. Ancak, Rusya’nın Libya’ya olan müdahalesini açıklamak daha karmaşık bir mesele. Libya’daki çatışmaya dahil olan aktörler -BAE gibi devlet aktörlerinin yanı sıra özel çıkar grupları da dahil olmak üzere- son derece motive olmuş ve hırslı durumda. Rusya’nın müdahalesinin ulusal çıkarlarına nasıl hizmet ettiği konusu ise çok açık değil. Bunun sonucunda, Rusya’nın Libya’daki faaliyetleri jeopolitik maceracılık ile petrol sektöründe kontrol sağlayarak ve diğer kârlı kaynaklardan faydalanma arayışına girerek çatışmadan belli kazançlar elde etme arzusunun bir karışımı olarak görünüyor. 

Yunanistan ve Türkiye arasında Doğu Akdeniz’de yaşanan son uyuşmazlık çerçevesinde de hem iki ülke arasındaki çatışma hem de bölgedeki kaynaklara dair mücadele konusunda Rusya kesin bir şekilde tarafsız bir pozisyon aldı. Bu tutumun arkasında yatan bazı sebepler yukarıda vurgulandı. Rusya’nın suskun kalışının bir diğer sebebi ise Moskova’nın Türkiye’ye dair projeleri ve iki ülkenin enerji alanındaki geniş iş birliği ile alakalı. Bu ilişkilerin dinamikleri değişiyor. Öncelikli olarak, Türkiye son yıllarda petrol ve enerjiye dair yaklaşımını değiştirerek dış sermayeye yönelik özelleştirme ve kaynakları çeşitlendirme yoluna girdi. Bunun aksine, Rusya’nın stratejisi hâlâ atıl durumda ve anında teslim piyasası yerine boru hatlarına öncelik veriyor. Bunun sonucunda, Türkiye’ye enerji tedarik edenlerin sayısı artarken, Rusya’dan alınan doğalgaz miktarı da her geçen gün düşüyor.

Göz önünde tutulması gereken bir başka husus ise Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz havzalarında doğalgaz keşif faaliyetlerine hız vermesidir. Bu durum, Rus kamu şirketlerinin Ankara ile uzun vadeli anlaşmalar yapmasını muhtemelen daha zor hâle getirecektir. Elbette, bundan TürkAkım veya Mavi Akım gibi boru hattı projelerinin iptal edileceği veya askıya alınacağı anlamı çıkmaz. Ancak, Rusya’nın enerji tedarikçisi olarak rolünün daha önemsiz hâle geleceği anlamı çıkabilir. Çeşitli sübjektif ve politik etmenlerin etkili olabileceği göz önüne alındığında, doğalgaz taşınması alanındaki girişimlerle ilgili herhangi bir şekilde tahmin yürütmek son derece güç. Buna karşın hem Rusya hem de Avrupa cephesinden EastMed boru hattına ilişkin bazı şüpheler dile getirildi. Proje oldukça maliyetli bir girişim ancak buna rağmen, Avrupalı tüketicilerin tanker ile yapılacak taşımalarla açığı kapatabileceği düşünüldüğüne göre, projenin kapasitesi pek de büyük değil. Ekonomik ve politik etmenler göz önüne alındığında Rusya, EastMed’in uygulanabilirliği konusunda şüpheci. Özellikle de Gazprom’un projelerinin (Türk Akımı ve Mavi Akım) yanına eklendiğinde…