(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)
Şubat ve Mart 2011’de Bahreyn’i sarsan kayda değer kargaşa haricinde Arap ayaklanmalarının Körfez üzerindeki etkisi o döneme kıyasla daha uzun bir ‘uç’[1] oldu. 2011-12 ayaklanmaları ve bunu takip eden yıllar başta Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere farklı Körfez devletlerinin Suriye, Yemen ve Kuzey Afrika devletlerindeki siyasal değişimin hızını ve istikametini şekillendirme girişimlerine tanık oldu. Bu çabaların ne koordine ne de ortak amaçlara yönelik olması Körfez içi gerilim ve rekabetleri arttırdı. Bu durum, Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE’nin sekiz aylığına Katar’dan büyükelçilerini çekip Mısır’la beraber Haziran 2017’den Ocak 2021’e dek süren uzun bir abluka başlattığı 2014 diplomatik yarılmasına katkıda bulundu.
Arap ayaklanmalarına yönelik politikaları hem tekil Körfez devletlerinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bölgesel güçler olarak yükselişini hem de 2011’den sonra geçiş sürecindeki devletlerdeki (algılanan) çıkarlarını korumak için ‘yalnız ilerleyip’ tek taraflı veya en iyi ihtimalle gevşek bir blok olarak hareket etmeye daha istekli olduklarını gösteriyordu. Mübarek sonrası Mısır politikası girdabında önce Katar’ın sonra da Suudi Arabistan ile BAE’nin farklı tarafları desteklediği Mısır, Körfez devletlerinin daha çok güce dayalı bölgesel yaklaşımlarının küçük bir evreni hâline geldi. Katar ve BAE’nin 2011’de Kaddafi karşıtı farklı yerel grupları destekleyip Libya’nın parçalanmasının daha sonra iç savaşa dönüşmesinin bazı tohumlarını attığı Libya da Körfez devletlerinin ayrışmasının etkisinin bir başka örneği.
Körfez devletlerinin görünür ve giderek daha kararlı bölgesel ve uluslararası aktörler olarak ortaya çıkışı Arap ayaklanmalarından öncesine dayanıyor ama ayaklanmanın ilk şoku geçtiğinde hızlanıp etkili yeni bir boyut kazandı. 14 Şubat 2011’de Bahreyn’de geniş ölçekli ve uzun süren siyasi protestolar patlak verip Suudi Arabistan’ın Doğu Eyaleti’ndeki bölgelere yayılırken Kuveyt 2011’de aylar süren ve halkın siyasi yolsuzluk iddialarından doğan öfkesinin yönlendirdiği gösterilere sahne oldu. Mart 2011’de Umman’da da daha küçük protestolar yaşanırken 133 Emirlik vatandaşının ılımlı siyasi reformları desteklemek için imzaladığı bir dilekçe aynı ay içinde ülke yöneticilerine teslim edildi. Sadece dünyada kişi başına düşen en yüksek gelir seviyesine sahip ülkelerden biri olan (ve BAE’nin beş kuzey emirliği gibi görece daha eşitsiz ekonomik iç bölgeleri bulunmayan) Katar hiçbir kargaşa yaşamadı.
Katar’da iç huzursuzluk yaşanma ihtimalinin hiç olmaması Doha yönetiminin bölge devletleri arasında tek başına Arap ayaklanmalarını otoriter statükoya meydan okuma olarak değil bir fırsat olarak görebilmesinin nedenlerinden biriydi. Bunların yanında ayaklanmalar Aralık 2010’da Katar’ın 2022 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapma hakkı kazanmasından sadece haftalar sonra başladı ki bu da Katarlıların siyasi hedeflerine ulaşmak için kaynaklarını stratejik olarak sevk edebileceklerine olan güveninin yüksek olduğu anlamına geliyordu. Dışarıdan benzer bir yüksek gelirli ‘rantiye devleti’ görünümünde olan BAE’de bile siyasi ve ekonomik gücün Abu Dabi ve Dubai’de yoğunlaşmış olması (2009 borç krizinden sonra daha düşük seviyedeydi) siyasallaşma potansiyeli olan yerel eşitsizliklerin 2011’de politika yapıcıları kaygılandıran konular olduğu anlamına geliyordu.
Ayaklanmaların ilk aşamasında hem Katar hem de BAE Libya’da NATO öncülüğündeki uçuşa yasak bölge operasyonuna katıldı, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından konuşlandırılan Yarımada Kalkan Gücü’ne katkıda bulundu ve ikisi de KİK öncülüğündeki Yemen’de siyasal iktidarın köşeye sıkışmış Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’ten alınmasını temin etme çabasının birer parçasıydı. Bahreyn ve Yemen örneklerindeki politika iş birliği Katar’ın Körfez’den uzaktaki Kuzey Afrika ülkeleri ve Suriye’deki sendeleyen otoriter rejimlere karşı ayaklanmaların destekçisi olarak algılanmasına rağmen Katarlıların Körfez bölgesinde KİK çerçevesi içinde hareket etmeye devam ettiğini gösteriyordu. Bu durum Katarlıların dört zengin KİK devletinin (Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve BAE) 2011’de Bahreyn ve Umman’a sunduğu 10 milyar dolarlık istikrar paketine katılmasında da görüldü.
Ancak Katarlıların başka yerlerdeki ayaklanmalara destek verdiği ve özellikle de o ayaklanmalar içindeki İslamcı aktörlere silah ve fon sağladığı algısı takip eden on yılın önemli bir kısmına damga vuran Körfez içi keskin yarılmaların temelini oluşturdu. Katar’ın Mısır’da 2012-13 arasında bir yıl süren Müslüman Kardeşler iktidarı sırasında Muhammed Mursi’ye siyasi ve mali yardımda bulunması Katar aleyhtarlarının gözünde Doha’nın taraf tutup kazananları seçtiği yönündeki (Katarlıların yalnızca günün seçilmiş hükümetleriyle iş yaptığını belirterek cevap verdiği) şüphelerinin vücut bulmuş hâliydi. Ancak Abu Dabi’de bu algılar siyasal İslam’a sert muhalefet ve İslamcıların Veliaht Prens Muhammed bin Zayid Nahyan’ın ifadeleriyle bölgesel istikrara ve ulusal güvenliğe büyük bir tehdit oluşturduğu kanaatiyle çarpışıp BAE’nin Katar’la olan husumetine zemin hazırladı.
Mursi 3 Temmuz 2013’te, Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife Sani’nin iktidarı oğlu Şeyh Temim bin Hamad Sani’ye devretmesinden sadece sekiz gün sonra General (şimdiki Cumhurbaşkanı) Abdül Fettah Sisi liderliğindeki Mısır ordusu tarafından devrildi. İki olay arasında bir bağlantı olduğunu gösteren bir kanıt olmasa da bu pratikte Şeyh Temim’in Katar Emiri olarak ilk haftasında ikisi de Mursi’nin yerine geçen ordu liderliğindeki Mısır hükümetine derhal siyasi ve ekonomik yardım sunarak karşılık veren Abu Dabi ile Riyad’ın öncülük ettiği bölgesel bir karşı çıkışa maruz kaldığı anlamına geliyordu. Kasım 2013’te Müslüman Kardeşler’in örgüt üzerindeki şiddetli baskılardan kaçan üyelerinin Doha’da yeniden toparlanmaya başladığını söyleyen medya raporları, Körfez içi diplomatik krizin 2014’ün sonlarına kadar devam eden ilk aşamasının gerekçeleri arasındaydı.
2014 yarılması ve ardından gelen 2017 sonrası abluka Körfez içi ve KİK siyasetindeki bazı gerilim noktalarına sert darbe vurdu. KİK’in 1981’de kurulmasından itibaren ayırt edici özelliklerinden biri geniş anlamda benzer bir dış tehdit algısını paylaşan ve onları ayrı tutandan daha fazla ortak paydası olan Arap Yarımadası’ndaki altı krallığın esnek bir ittifakını temsil etmesiydi. KİK’in ilk otuz yılında Arap dünyasındaki en kalıcı bölgesel kuruluş örneklerinden birine evrilmesine olanak sağlayan bu pragmatizmdi. Bölge ve dış politika konularına yönelik ortak bir yaklaşımın oluşmasını engellemiş olsa bile KİK’i bir arada tutan üye devletlerin ulusal egemenliği etkileyen konularda aynı düşünmeme haklarının olduğu bir esneklik duygusu da vardı.
2014 ve 2017 Körfez içi ihtilaflar KİK’i hem örgüt olarak hem de görece benzer düşünen devletlerin kolektif bir birliği olarak birkaç şekilde zayıflattı. Katar’la yaşadığı 2014 ve 2017 ayrılıklarında BAE tarafından desteklenen Suudi Arabistan’ın daha küçük olan komşusuna baskı uygulamaya giriştiği görüntüsü Körfez’de bir hâkim devlet ile çok daha küçük beş devlet arasındaki büyüklük ve konvansiyonel güç farklılıklarından duyulan eski kaygıları canlandırmaya yaradı. İronik bir şekilde 2011 öncesinde Abu Dabi de en az Doha kadar bu kaygıyı taşıyordu ve 2000’li yılların birkaç Körfez içi parlama noktası Suudilerin BAE ile Katar’ın bir doğalgaz boru hattı ve geçit yolu yapma çabalarına muhalefetiyle ilgiliydi. Her ne kadar 2011 ve sonrasındaki olaylar silsilesi Abu Dabi’yi Riyad’la ittifak kurmaya yöneltmiş olsa da Suudi ve BAE’lilerin 2014 ve 2017’de Katar’ı da buna zorlama girişimi KİK’in pragmatik esnekliğine darbe vurdu.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 2011 ve 2013 arasındaki siyaset ve güvenlik süreçlerinin entegrasyonunu derinleştirip KİK’i bir tür Körfez birliğine dönüştürme girişimleri de o dönemde BAE ve özellikle Kuveyt ve Umman dahil küçük devletlerin güçlü direnciyle karşılaştı. 2011’den sonra Kuveyt ve Umman yönetimleri taraf tutmaktan kaçınan veya giderek ısrarcılaşan komşuları arasında seçim yapmaya zorlanan birer dengeleyici güç olarak ortaya çıktı. Haziran 2017’de Suudi-Emirlik-Bahreyn-Mısır dörtlüsünün Katar’a karşı yayımladığı 13 maddelik ‘talepler’ listesi Kuveyt ile Umman’ın kendi otonom dış politikalarını yürütme kabiliyetlerinin kendilerini de hedef hâline getirebileceği riskini vurguladı çünkü liste, Kuveyt ile Umman’ın Körfez’deki siyasi gerilimleri düşürmek amacıyla İran yönetimiyle temas kurmasından sadece aylar sonra, Katar’ın İran’la diplomatik bağlarını koparmasını talep ediyordu.
Körfez içindeki ayrılıkların 2014’te ve 2017 sonrasındaki iki aşaması kilit Körfez başkentlerindeki karar alımının kararlılıkları seleflerinin daha mutabakat odaklı siyasetinden ciddi anlamda farklılaşan yeni bir liderler kuşağının elinde nasıl toplandığını da gösterdi. Bu değişim en çok Muhammed bin Zayid’in fiili iktidarını pekiştirmeye devam edip güvenlik merkezli ve merkezileşmiş bir politika yapım çerçevesi kurduğu Abu Dabi’de kendini gösterdi. Muhammed bin Zayid’in yükselişi 2000’li yılların sonunda BAE Cumhurbaşkanı ve Abu Dabi Emiri Şeyh Halife bin Zayid Nahyan’ın hastalığı ve Dubai’yi vuran mali zorlukların sonucunda başlayan bir sürecin devamıydı. 2011 sonrasında yetkileri üzerinde daha az iç kısıtlama kalan Muhammed bin Zayid Arap ayaklanmalarının yarattığı katılımcı açılımlardan yükselen İslamcı etkisinin bölgede yayılmasını önleme çabalarının başına geçti.
Muhammed bin Zayid, 2015 başlarında o dönemde görece az bilinen Muhammed bin Selman’ı Suudi hanedanının yükselen yıldızı olarak görüp 29 yaşındaki Savunma Bakanı’nın Suudi Arabistan içinde, bölgede ve uluslararası sahnede tanınmasında önemli bir rol oynadı. Muhammed bin Selman ile Muhammed bin Zayid Mart 2015’te Yemen’de Suudi-Emirlik öncülüğündeki askeri müdahaleyi başlattı ve Abu Dabi-Riyad ‘ekseni’ Körfez içi siyasetin belirleyici bir özelliği hâline geldi. Aralık 2017’de mevcut Suudi-Emirlik Koordinasyon Konseyi’nin güvenlik, siyaset ve ekonomi bileşenleri olan daha kapsamlı bir ortaklık olarak yeniden başlatılacağının ilan edilmesi, Körfez siyasetinde daha dışlayıcı bir iki taraflı düzenlemeler biçimine evrilen içe kapanmanın bir sembolüydü.
Muhammed bin Selman ile Muhammed bin Zayid arasında açılan mesafe BAE’nin birliklerinin çoğunu Yemen’den kaydırırken Cumhurbaşkanı Hadi’nin Suudi destekli Yemen hükümetine karşı Güney Geçici Konseyi’ni desteklemeye devam etmesi nedeniyle 2019’dan bu yana gözlemlenebiliyordu. OPEC ve OPEC+ içinde BAE ile Suudi pozisyonları arasındaki gerilimin başka işaretleri de oldu ve pandemi sonrasında başlaması kesin olan ekonomik büyümeye dönüş, Riyad ile Dubai arasındaki çekişmeli rekabeti keskinleştirebilir. Joe Biden’ın 46. Amerikan Başkanı olarak seçilmesi Donald Trump yönetimi sırasında gerek KİK içinde gerekse Körfez devletleri ile İran dahil bölgedeki komşuları arasında karşılaşmayı koordinasyona önceliyor görünen bölgesel politika yapımında ılımlılaşma için en azından bir alan açabilir.
Körfez içi ilişkilerdeki ayrılığın 2017 versiyonu Muhammed bin Selman ile Emir Temim’in 5 Ocak 2021’de Suudi dünya mirası El-Ula’da gerçekleşen 41. KİK Zirvesi’nde kucaklaşmasıyla sona ermiş olabilir ama Arap ayaklanmalarından on yıl sonra Körfez siyasetinin geleceğine ilişkin sorular cevapsız kalıyor. Altı devletin KİK’i 1981’de bir araya getiren ve 2011 sonrasında yerini Abu Dabi ile Doha’da hem düşünsel hem de maddi anlamda iki tarafın birbirine tehdit oluşturduğu duygusuna bırakan ortak tehdit algısı anahattını yeniden kurması gerekecek. El-Ula Bildirgesi’nden sonra karşılıklı güveni yeniden inşa etmek Körfez devletlerinin Arap ayaklanmalarına yönelik ayrışan politikalarının büyük ölçüde tetiklediği Körfez içi krizlerin ardından KİK’in bölgesel bir örgüt olarak yeniden bir araya toplanıp toplanamayacağı sorusu için ciddi önem taşıyor.
[1] Çevirmen Notu: Metnin İngilizce orijinalinde “tail” olarak geçen bu kelime çan eğrisinin düşük seviye gösteren uçlarına işaret ediyor.