TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ NEREYE GİDİYOR?
Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinde yaşanan gerginlik son zamanlarda giderek daha fazla görünür hâle gelmekte ve her iki ülkenin gündemini meşgul etmektedir. İkili ilişkilerdeki anlaşmazlık noktaları sayıca giderek artarken, sorunlar derinleşmiş, yeni başlıklar eklenerek önceki sorun tanımlarını daha da karmaşık bir vaziyete getirmiştir. Pek çok sorunun temeli egemenlik paylaşımına dayanmakta olup gerek karada gerek deniz ve havada bu paylaşım sorunu son yıllarda çatışmacı politikalar ve üçüncü tarafların bölgedeki siyasi tercihleri ve manevraları ile iyice içinden çıkılmaz bir hâl almıştır.
SORUNLARI VE ROLLERİ GERÇEKÇİ BİR ZEMİNDE TANIMLAYABİLMEK
Bugünden geriye doğru bir okuma ile yaşanan sorunları anlamak için, Yunan hükümetinin tercihleri ve eğilimlerine referans vererek başlamak gerekir. Yunanistan’daki hükümet ve liderliğin en önemli etkisi ABD ile var olan ittifak ilişkisini koşulsuz müttefiklik hâline çevirmesidir. Müttefiklik ruhunun gereği olarak sunulan bu yaklaşım Yunanistan’ı jeopolitik anlamda daha değerli bir hâle getirmek adına istenen her şeyi sorgusuz sualsiz yerine getirmek olarak tanımlanabilir. Buradaki değer ifadesi, Türkiye’ye alternatif bir jeopolitik aktör olmak ile ölçülmektedir.
Temel hedef ise Türkiye ile yaşanan sorunları ABD gücünü kullanarak kendi lehine çözme zeminini hazırlamaktır. Bu noktada bahsedilen güç sadece diplomatik güç olmaktan çıkarılmış ve askeri güçle de ilişkilendirilmiştir. ABD askeri personeli, teçhizatlarıyla uzun süreler için Yunanistan’da oluşturulmuş pek çok üsse yerleşmiştir. Bunun sonucu olarak, Yunanistan, kendisini askeri anlamda her zaman Türkiye karşısında daha zayıf ve küçük bir aktör görme ve buna göre hareket etme tercihinden uzaklaşma eğilimi göstermektedir. Yeni güç konfigürasyonu ile Türkiye’nin “hak ettiği” kadarını alması ve diğer konularda gerekirse askeri olarak sınırlandırılmasını hedefleyen bu bakış açısı için meşrulaştırıcı bir zemin de oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Birleşmiş Milletler şartı her iki devletin uluslararası arenada kendi tercih ve tutumlarını meşrulaştırmak için referans verdiği en önemli metindir. Bu doğrultuda referans verildiğinde en çok ses getiren ve kabul gören prensipler toprak bütünlüğü ve kendini savunma hakkı dışında askeri güç kullanımının yasaklanması ilkeleridir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bu yana, Türkiye saldırgan ve yayılmacı olarak sunulmaktadır.
Buna ilaveten, Yunanistan’ın Ege’de kara sularını 12 mile çıkarmasını kabul etmeyen ve bir oldubittiye karşı kararlı duruşunu belirtmek üzere TBMM’de alınan casus belli- savaş sebebi kararı da “güç kullanımı ile tehdit” olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca Ege Denizi’ndeki adalara ait olduğu iddia edilen 10 millik hava sahası da sorun oluşturmaktadır, zira kara suları 6 mil iken 10 mil hava sahası ilan edilmesi hukuken bir garabet olsa da bu artı 4 mil içerisindeki her geçiş hava sahası ihlali ve saldırganlık olarak uluslararası kamuoyu ile paylaşılmaktadır.
ABD’nin uzun zamandır değer bazlı askeri müdahaleyi meşrulaştırmak amacıyla kullandığı önleyici saldırı mantığı üzerinden de bazı propaganda çalışmaları yapılmaktadır. PKK kamplarına veya Kuzey Suriye’ye yapılan operasyonları, ya da Karabağ’a askeri anlamda destek verilmesini saldırgan ve yayılmacı bir eğilimin belirtileri olarak kodlayan Yunan makamları, insan hakları ihlallerine dair pek çok argümanı da kullanmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dair de Batı değerlerine karşı olduğuna dönük oluşturulan imaj da kendi argümanlarını güçlendirmek için kullanılmaktadır.
Bu bağlamda ABD ve AB’nin düşünsel ve askeri gücünü yanına alıp, Türkiye’yi her türlü mekanizmadan dışlamak üzerine kurulan diplomatik çabalar yukarıda bahsedilen yeni güç konfigürasyonu ile mevcut Yunan hükümetine hâkim aşırı milliyetçi kanadı güçlendirmekte ve maceracılığa sürüklemektedir. Bu stratejiyle “ya masada ya sahada kaybetmeye mahkûm Türkiye” varsayımı Yunan liderliğine hâkim olunca, yalnız diyalog zemini yok olmamış, aynı zamanda Yunan siyasetinin gerçeklikle ilişkisi de kesilmiştir.
Bu durum Yunanistan için çok tehlikelidir çünkü üçüncü aktörlerin kendi tarafında olacağına dair duyulan keskin inanç, Yunanistan’ı olası bir ikili çatışmada intihara sürüklemektedir. Yunan siyasi hayatında buna karşı bir eleştiri getirilmesi de vatan hainliği gibi gösterilmekte ve bu yanlış algının düzeltilmesinde de sorunlar yaşanmaktadır.
Somut ve rasyonel temellere dayanmayan bu stratejinin başarısız olması ihtimali oldukça yüksektir. Ukrayna krizinde de görüldüğü üzere, Türkiye’yi dışlamak, ülkeyi Batı ve NATO dışında tahayyül etmeye zorlamak, muhataplarında karşılık bulmamaktadır. Yunanistan’ın “koşulsuz müttefikliği” de Türkiye’nin oynadığı ve muhtemelen oynayacağı muhtemel jeopolitik rollerin önemini yok etmeye yetmeyecektir.
TARAFLARIN BEKLENTİLERİ
Ancak, ABD ve Fransa gibi ülkelerin desteği ile Türkiye’nin başka alanlarda yaşadığı sorunları kullanıp onları kendi çıkarı için kullanmak üzerine kurulu Yunanistan’daki bu yaklaşım Türkiye’de derin rahatsızlık yaratmıştır. Türkiye, pek çok alanda haklı olduğunu düşündüğü noktaları diplomatik çabalarıyla müttefiklerine anlatmakta, aynı zamanda güvenilir ve güçlü bir aktör olarak bölgesinde istikrar yaratmaya çalışmaktadır. Ukrayna’nın işgali sürecinde NATO üyesi bir ülke olarak bir yandan işgali kınayıp krizin sona ermesine uğraşırken, diğer yandan diplomatik kanalları açık tutmaya önem vererek tarafları bir araya getirmeye çalışan Türkiye, esir değiş tokuşu ve tahıl koridoru gibi pek çok konuda önemli diplomatik başarılara imza atmıştır.
Bu çabaları kendi önemini arttırmak üzere “fırsatçılık” yapmak olarak yorumlayan Yunanistan, dışlama çabalarına devam etmektedir. İş birliği yapılabilecek alanlardan biri sayılabilecek olan Ukrayna konusunda dahi sıfır toplamlı oyun yaklaşımıyla, Türkiye ile kendisini ayrı taraflarda konumlandırma çabası ciddi bir sorun teşkil etmeye devam etmektedir.
Türkiye ile yaşanan sorunların aşılması için diyalog kanallarını karşılıklı güven ve samimiyet üzerine kurma çabası Yunan hükümeti tarafından hâlâ bir seçenek olarak görülmemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “artık Miçotakis diye birisi benim için yok” ifadesi de bu sebebe dayanmaktadır. İkili görüşmelerde verilen taahhütlere aykırı şekilde gerçekleşen ve yukarıda bahsedilen çerçevede devam eden hareketler Türkiye’de, Miçotakis hakkında “sözüne itibar edilemeyen bir lider” imajı yaratmıştır.
Diplomaside aynı fikirde olunmasa da sözüne güvenilir bir aktör olmak son derece önemlidir. Bu noktada, Atina’nın hayalperest ve duygusal yaklaşımlar benimsemek yerine daha önceki Yunan hükümetlerinin sergilemekte zorlanmadığı rasyonel tutuma geri dönmesi gerekmektedir. Öte yandan, liderler düzeyinde görüşmeler kesilse de Bakanlar ya da kabinenin başka üyeleri arasında temaslar sürmekte ve bir diyalog kanalı açılmaya çalışılmaktadır. Bu noktada, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Yunan mevkidaşı Nikos Panayotopulos arasında süren görüşmeler olumlu karşılanmaktadır.
OLASI JEOPOLİTİK SONUÇLAR
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin dışlanarak bir oldubitti ile deniz alanlarında Yunanistan ve GKRY lehine bir sınır çizilmesi hedefine doğru uluslararası ittifaklar yapma çalışmalarına karşı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bütün aktörleri bir araya getiren çok taraflı ve açık bir konferans ile sınırların çizilmesi çağrısı hâlâ tam olarak karşılık bulmamaktadır. Türkiye buna, arama gemileri ve donanmasıyla yaptığı aramalar için ilan ettiği NAVTEX’ler ile Libya’nın meşru hükümeti ile imzalanan ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırı belirleyen memorandumları ile cevap vermiş ve çok taraflı çözüm arayışı için aktörleri zorlamaya çalışmıştır.
Türkiye, kendisine bölgede biçilecek rollerde kendi hassasiyetlerinin de dikkate alınması için tüm aktörlere gerek diplomatik çabalarıyla gerek sahadaki aktiviteleriyle mesaj göndermektedir. Nitekim ABD’den gelen taraflar arasında eşit mesafede olduklarına dair açıklamalar ve F-16 satışına dair olumlu gelişmeler bu kaygıların duyulduğuna işaret etmektedir. NATO’nun güneydoğu kanadının iki önemli ülkesinin arasında yaşanacak bir sorunun istenmediği gibi, Türkiye’nin de gözden çıkarılması gibi bir şeyin ABD çıkarları için tolere edilemeyecek bir kayıp olarak görüldüğü de açıktır.
MUHTEMEL SENARYOLAR VE OLUMLU AJANDA ÜRETEBİLMEK
Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde sıcak bir çatışma beklentisi olmamalıdır. Akılcı hesaplar dahilinde böyle bir çatışmanın ne NATO ne ABD ne Yunanistan ne de Türkiye için bir getirisi olmadığı gibi büyük kayıplara sebep olacağı da açıktır. Türkiye’nin artan güç kapasitesi de bu beklentiyi anlamlı kılmaktadır. Son günlerde denemeleri yapılan balistik füze Tayfun, Türkiye’nin takip ettiği caydırma politikasının bir parçasıdır. Ancak unutmamak gerekir ki Türkiye bu gücü müttefiklerine karşı asla kullanmayacaktır.
Türkiye’nin Rusya karşısında elini güçlendiren unsurlardan birisinin de NATO ülkesi olması olduğu ve Batı ile kurduğu kuvvetli ekonomik bağların hayati önemde olduğu düşünüldüğünde, akılcı bir çerçevede Türkiye’nin gücü, sadece yok sayma politikalarını değiştirme etkisi yaratacaktır. Rusya’dan gelen gaz dağıtım merkezi kurma önerisi bile bu bağlamda değerlendirilmedir. Enerji hususu, ikili ilişkilerde önemli bir iş birliği alanı olarak durmaktadır.
Yunanistan ile Bulgaristan arasına yapılan ek boru hattıyla TAP boru hattından enerji nakli yapılması buna bir örnektir. TAP hattının Anadolu’dan geçen TANAP hattını beslediğini unutmamak gerekir. Doğu Akdeniz enerjisi için de bu önemli bir yol göstericidir. İsrail’den gelen hattın kara bağlantısı ile Avrupa’ya aktarılması da taraflar arasında bir başka iş birliği alanı olabilir.