[Bu yazının İngilizce orijinal versiyonu Al Sharq Forum’un web sayfasında mevcuttur]

Yönetici Özeti

Pakistan, tüm iç çelişkileri bir yana, Ortadoğu’da kritik aktörlerden biri olmayı sürdürüyor. Pakistan’ın Suudi Arabistan öncülüğünde “İslam İttifakı” adı altında 2015 yılı sonunda başlatılan girişime katılmayı baştan reddetmesi söz konusu oluşumu ölü doğmuş bir girişime dönüştürebilirdi. Benzer bir şekilde, eğer Pakistan, Suudi Arabistan’ın telkinlerine olumlu yaklaşsaydı Katar’ın tecrit edilmesi üzerinden başlayan Körfezdeki kriz çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilirdi. Yine Pakistan Suudi Arabistan’ı dinleyip askeri birliklerini Yemen’e yollamayı kabul etmiş olsaydı Suudi Arabistan’da Yemen’de sürdürdüğü savaş farklı bir hal alabilirdi.

Pakistan İslam Cumhuriyeti karar alıcıları 1970’lerin başlarından bugüne kadar geçen sürede, hangi siyasi görüşe sahip olurlarla olsunlar dış politikada İran ve Suudi Arabistan ile yürütülen ilişkilerde bir denge siyaseti izlediklerini ve Arap dünyası içerisinde süren çatışmalardan uzak durmaya çalıştıklarını görürüz. 1950’lerden 70’lere dek İran Şahı’nın Pakistan’ın bölgedeki esas partneriydi. Şah’ın Ortadoğu’nun jandarması rolünü üstlendiği bu dönemde, İran Pakistan’ın kuruluşundan miras kalan varoluşsal kaygılarını önemli derecede azaltan bir aktördü. Bu durum 1973 petrol krizinin ardından Körfez’de yaşanan ekonomik sıçramanın ardından tedricen değişti. On binlerce Pakistanlı işçi ve asker Körfez ülkelerine akmaya başladı. Başbakan Zülfikar Ali Butto; Suudi Arabistan ve İran’ın, Sovyetler Birliği’ne karşı güçlü bir Pakistan’a duydukları ortak ihtiyacı Pakistan’ın lehine mükemmel biçimde kullandı ve iki taraftan da ekonomik, askeri ve siyasal kazanımlar elde etti. Butto, Basra Körfezi’ni “Fars Körfezi” olarak anmaktan çekinmedi çünkü Butto’ya göre, Suudiler uzakta, İran ise komşuydu. Butto diğer yandan Suudilerin, İslam dünyası liderliği iddialarına sözlü destek vermeye devam etti ve bu bakımdan Pakistan’ın dış politikasına İslami bir ton da katmayı da amaçladı.