(Bu metin İngilizce orijinal versiyonundan tercüme edilmiştir.)
Özet
Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Körfez ülkeleri 2003 yılında gerçekleşen ABD işgalinden bu yana Irak’ta iş birliği ve rekabet halindeler. Birleşik Devletler (ABD), yeni bir siyasal düzen ve ekonomik yapı inşa etmek için bölgesel müttefiklerine başvurdu. Savaş öncesi siyasi ve ekonomik bağlantılar Türkiye ve BAE’nin ülkede, özellikle de Irak Kürdistan Bölgesi’nde (IKB) nüfuz elde etmesine yardımcı oldu. Irak’taki yerel aktörler çoğu zaman başta İran olmak üzere diğer ülkeleri dengelemek için bu aktörlerin her biriyle ilişki kurma arayışına girdi. Türkiye ve BAE’nin çatışan bölgesel ajandaları, zamanla, özellikle de 2017 Körfez krizinden sonra, Irak’ta yayılma etkileri yaratarak ülkedeki bazı başlıklar üzerindeki iş birliği olanaklarını zedeledi.
Bu makale Irak’ta nüfuz arayışında olan diğer ülkelere kıyasla Irak’taki Türkiye-BAE ilişkilerinin siyasi müdahalelerine ilaveten bir anlamda kalıcılık sağlayan (ve tam tersi) uzun ömürlü iş-odaklı bir yaklaşıma dayandığını savunuyor. Türkiye ile BAE’nin Irak’taki ilişkilerinin altında yatan dinamikler daha yoğun ve geniş çaplı parlama noktaları olan Türkiye veya Körfez ülkelerinin İran ile ilişkilerine göre daha kapalı ve yabancı gözlemciler için daha az görünür bir özelliğe sahip.
Giriş
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden bu yana Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)[i] Irak’ta bir rekabet halinde olup ülkenin de siyasetini etkiliyorlar. Suudi Arabistan ve Ürdün’le birlikte bu iki ülke Washington’ın işgal sonrası Irak’ın yeniden inşası ve siyasal düzeninin kurulması konusunda yardımları için değişen kapasitelerde iş birliği yaptığı Amerikan müttefikleridir. Fakat 2017 yılındaki Körfez krizi Irak’taki iş birliği olanaklarını olumsuz etkiledi. Aynı zamanda ABD de zaman zaman Irak’ın komşularının ülkeye nüfuz etmede yoğunlaşan rekabetlerini sınırladı.
Yirmi yıldır Türkiye’nin Irak ile ilgili iki önemli kaygısı var: Birincisi, Türkiye; ABD ve AB ülkeleri tarafından terör örgütü olarak kabul edilen bir silahlı örgüt olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile mücadele, ikincisi ise iş fırsatlarını genişletme. Türkiye açısından Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) ve Ninova vilayetinin coğrafi yakınlığı ile etnik ve mezhepsel yapısı bu iki bölgeyi Türkiye’nin nüfuzunu icra etmek için bir başlama noktası yaptı. Büyük bir Sünni Arap azınlığın ve daha az önemli sayıda Türkmen nüfusun olması, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde nüfuzunu yerleştirmesi için zorunluluklar ve bazı gerekçeler doğurdu.
BAE ve Suudi Arabistan açısından ise Irak’ın güney ve batı vilayetlerindeki (mesela Basra, Müsenna, Zikar ve Anbar vilayetleri) sınır aşırı kabile bağları, buraların nüfuz tesis etmeye elverişli alanlar olmasını sağladı. Abu Dabi ve Riyad için İran’ın nüfuzuna karşı koymak kilit bir hedef olageldi. Ancak iki ülke, bu hedefe ulaşma taktik ve politikalarında farklılaşıp zaman zaman birbiriyle de karşı karşıya geldi. İslam Devleti örgütünün (IŞİD) yenilmesiyle, özellikle de 2017’de iki ülke politikalarını eskisinden daha uyumlu hale getirmeye çalıştı.
Bu nüfuz alanları arasındaki ince coğrafi ve demografik bariyerler nihayetinde Türkiye ile BAE/Suudi Arabistan arasındaki rekabeti sınırlamayacaktı. Ne demografik ve etnik hatlar ne de jeopolitik gereklilikler uzun vadede bu ülkelerin Irak’taki nüfuz alanları arasındaki muhayyel tamponları ayakta tutabildi. Bu durum aşağıdaki dört sebep üzerinden açıklanabilir:
Birincisi, Irak’ın Şii çoğunluklu güney kesimlerindeki Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine yönelik ABD işgalinden sonra artan düşmanlık IKB’yi yabancı aktörlerin nüfuz kurması için güvenli bir liman haline getirdi. Bölgede iktidarda olan Iraklı Kürt partileri de İran ve Türkiye’ye karşı denge oluşturmak amacıyla Körfez ülkelerini politik ve iktisadi varlıklarını genişletmeye teşvik etmeyi bir zorunluluk olarak gördü.[ii] Bu açıdan Körfez aktörleri ile Iraklı Kürt siyasetçiler arasındaki savaş öncesi bağlar savaş sonrası ekonomik ve politik temasların artmasına zemin hazırladı.
Coğrafi açıdansa Körfez ülkelerinin Şii Arap çoğunluklu vilayetler yerine IKB ve Sünni Arap çoğunluklu vilayetlerde İran’a (ve Türkiye’ye) karşı uzun vadede varlık göstermeyi planlamak daha güvenliydi. Körfez’in temasları IŞİD’in yükselmesiyle birlikte İran’ın artan nüfuzuna karşı olan yerinden edilmiş birçok Sünni aşiretin sığındığı IKB’de daha da yoğunlaştı. Lakin IŞİD’in 2017’de yenilmesiyle birlikte Irak’ta Sünni Arap unsurlarla temas kurmak Abu Dabi ve Riyad’ın Irak politikalarının bir taşıyıcısı olmaya evrildi. İran’ın nüfuzu artarken Tahran’a daha çok karşı çıkan Iraklı Şii siyasetçi ve seçmenler de Körfez ülkeleriyle bağlarını köklüleştirmeye ilgi duymaya başladı.
İkincisi, Irak’ın Şii çoğunluklu güneyinde Türk diplomatik ve ticari varlığına Körfez devletlerininkine kıyasla görece sıcak yaklaşılması Ankara’ya Körfez ülkelerine göre daha görünür bir varlık kazandırdı. Bunun önde gelen örneklerinden biri Türkiye’nin ABD işgalinden sonra Basra vilayetine ilgi duyması oldu.
Sünni Arap bölgelerinde Irak İslami Partisi (IİP) ile Türkiye’deki iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) arasındaki göreli ideolojik yakınlık, Ankara’nın bu parti üzerinden aşiretlerin yoğun olduğu Anbar vilayetinde de dostlar edinmesine olanak tanıdı.
Üçüncüsü, IİP’nin yanı sıra Türkiye ile Katar arasında filizlenen ilişki Türkiye’nin Katar’ın Irak’ın batısındaki Anbar’daki aşiret bağlantılarıyla temas kurmasına (daha doğrusu Iraklı siyasetçilerin bu iki ülkeden birinin diğerleriyle ilişkilerini geliştirmek için müttefik olmasına) imkân sağladı.
Dördüncüsü, Arap Sünniler Türkiye, BAE, ilgili Körfez ülkeleri ve Ürdün arasında her birinin bazen tek taraflı bazen de çok taraflı olarak Arap Sünni topluluklara siyaseten nüfuz etmeye çalıştığı güçlü bir kesişim noktası haline geldi. Irak parlamento seçimlerinden önce durum esasen böyleydi.
Bu makale Türkiye ile BAE’nin Irak’ta nasıl iş birliği ve çatışma içine girdiğine odaklansa da hem Ankara hem de Abu Dabi Irak’ta diğer bölgesel aktörlerle birlikte hareket ettiği için diğer ülkeleri de ele alıyor. Bu makalenin Irak’ta nüfuz sağlamak için yarışan o kadar devlet varken ülkedeki Türkiye-BAE ilişkilerinin dinamiklerine odaklanmayı seçmesinin iki nedeni var:
Birincisi, hem AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidarındaki Türkiye hem de Muhammed bin Zayid (MbZ) liderliğindeki BAE birkaç on yılda giderek birbiriyle çatışan ajandalar geliştirdi ama 2017 ortalarına kadar Irak’ta rekabet ve iş birliği içinde olmayı başardı. ABD ile ittifakları, ortak çıkarları ve İran’a yönelik duydukları ortak kaygılar nedeniyle rekabetlerini sınırlı tutma eğiliminde oldular. Yine de 2017 Körfez krizinin ardından Katar ve Türkiye’nin, artık BAE ve Suudi Arabistan ile birlikte İran’ın nüfuzunu sınırlamak için ortak hareket etme konusunda güçlü bir niyeti kalmadı.
İkincisi, iki ülkenin Irak’taki rekabeti ikisinin de bölgesel ve uluslararası cazibesi olan ekonomik modellere sahip birer ekonomik güç odağı olması nedeniyle benzersizdir. Mesela geniş finansal kaynaklarına rağmen ne Suudi Arabistan ne de İran bu şekilde tanımlanabilir. İki ülkenin benzersiz ekonomik modelleri Iraklı aktörlerin Türk ve BAE’li müteahhitleri tercih etmesini sağlayan bir yumuşak güç biçimidir. Bu da dış-iç çıkarların iç içe geçmişliği nedeniyle politik müdahalelerine kalıcılık katıyor.
Bu makalede yazarın gerçekleştirdiği birkaç mülakatın yanında çoğunlukla açık kaynak verilerden yararlanıldı. WikiLeaks’ten temin edilen Amerikan diplomatik yazışmaları açık kaynak verilerin üçte birine tekabül ediyor. Bu yazışmalar Türkiye, BAE ve diğer Körfez aktörlerinin ABD ile olan diyalogları üzerinden Irak’ta nasıl hareket ettiklerini anlamak için bir pencere sunuyor. Amerikan yazışmaları ekseriyetle 2005-2011 arası dönemi kapsıyor. Irak siyasetinin içinden üç isimle Kasım 2020’de yapılandırılmış görüşme yapıldı. Fakat yazar ile muhatapları arasında geçen konuyla ilgili plansız konuşmalar da bu makalede sunulan nüansların bazılarına katkı sağladı.
Bu makalenin önemli sınırlarından biri de Türkiye ve BAE’nin Irak’taki politikalarının ayrıntılarına sadece aralıklı olarak değinmesidir. Bunun nedeni, makalenin kilit kaynaklarından olan WikiLeaks’in iki ülkenin bu güne kadar geliştirdiği politikaları anlamada hayati önem arz eden IŞİD’in yıkılması süreci ve sonrasındaki dönemlerinde Ankara ve Abu Dabi’nin Bağdat politikalarını kapsayan Amerikan yazışmalarına yer vermemesidir. İkincisi de makalenin konunun hakkaniyet açısından ayrı bir araştırmayı gerektiren karmaşıklığı nedeniyle IKB’nin dış bağlantılarına kasıtlı olarak geniş yer vermemesidir.
Bu makale iki bölümden oluşuyor: Birincisi, Türkiye ile BAE’nin (ve Körfez ve Ürdün’ün) Irak’taki politik temaslarını ve yakınlaşma ve ayrışma noktalarını ele alıyor. Öncelikle bu aktörlerin Amerika’nın talepleri üzerine Irak’ın Arap Sünnilerinin 2003 sonrası siyasal düzene katılmasını sağlamaya nasıl çalıştığını değerlendirip Türkiye ile BAE’nin Iraklı Şii İslamcılarla siyasi temaslarında nasıl farklılaştığına odaklanıyorum. Üçüncü olarak, Türkiye, BAE ve diğerlerinin Irak’ın bazı seçimlerinden önce Sünnileri nasıl örgütlemeye çalıştığını açıklıyorum. Dördüncü ve beşinci alt bölümler ise sırasıyla Türkiye ile BAE’nin Irak’taki yerel ittifaklarının gidişatının ülkenin iç dinamiklerine nasıl bağlı olduğunu ve 2017 Körfez krizinden bu yana kızışan bölgesel düşmanlıkların Türkiye ile BAE’nin müttefikleri arasındaki iş birliğini nasıl zedelediğini açıklıyorum.
İkinci bölüm ise Türkiye ve BAE’nin Irak’ta ve özellikle de Kürt özerk bölgesindeki ekonomik nüfuzunu kavramsallaştırmaya ayrıldı. Bu bölümde ticari ilişkilerinin müdahalelerinin uzun vadedeki istikrarına nasıl katkı sağladığını açıklıyorum. Bölüm, Türkiye ve BAE’nin savaş öncesinde Irak’la olan özellikle enerji ve gayrimenkul sektörlerindeki ekonomik ilişkilerinin, önemini vurgulamakla başlıyor. Önce Türkiye ile BAE arasında IKB’de yaşanan ekonomik rekabeti genel hatlarıyla değerlendiriyorum. Ardından Anbar ve sonrasında IKB’ye özel olarak odaklanıp iki ülkenin Irak’ın enerji sektöründeki rekabetini ele alıyorum. Son olarak da iki ülkenin orta ve güney Irak’taki ekonomik faaliyetlerine odaklanıyorum.