• Baas Partisi liderleri; köklü siyasi kurumların yokluğunda, otoritelerini pekiştirmek için mezhepsel aidiyetlere, ideolojik temayüllere ve militer uygulamalara başvurmuş ve kapsayıcı bir ulusal Suriyeli kimliğini oluşturmaktan mümkün mertebe kaçınmışlardır.
  • Hafız Esad, yerel toplulukları manipüle ederken kendisini bu toplulukların fiili bir hamisi gibi konumlandırarak mezhepçi ayrılıklardan faydalanmıştır. Benzer bir şekilde, bölgedeki düşmanlarının ya da rakiplerinin ilgisini farklı yönlere çekmek için komşu ülkelerdeki etnik ve dini çatışmaları kışkırtmıştır.
  • Demografik krizler, 2011’deki ayaklanmalardan önce ve kısmen Beşar Esad yönetimi altındaki otoriter modernleşme ve ekonomik liberalleşme projelerinin bir sonucu olarak, 2009’da yaşanan kıtlık sürecinde açığa çıkmıştı.
  • Demografik verilerin ortaya koyduğu üzere Suriye’de baş gösteren çatışmaların Suriye nüfusu üzerinde yıkıcı bir etkisi olmuştur: Suriye’nin yıllık nüfus artış oranı, 2010 yılında yüzde 2,5 iken 2016 yılında bu sayı yüzde 0,3’e düşmüştür. Ölüm oranı ise son 5 yılda ikiye katlanmış ve aynı dönemde toplam nüfus, 21 milyondan 14 milyona düşmüştür.
  • 2011 ve 2016 yıllarına ait demografik verilerin karşılaştırmalı bir okuması, Suriye nüfusu içerisinde halihazırda devam eden savaştan en çok etkilenen grubun Sünni Araplar olduğunu göstermektedir. Nitekim Sünni Araplar, mültecilerin yüzde 70’ini ve ülke içerisinde yerinden edilen toplulukların da çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu anlamda Birleşmiş Milletler (BM) organlarının verileri de Sünni Arapların yaşadığı bölgelerin savaşta en çok zararı gören yerler olduğunu ortaya koymaktadır.
  • Suriye rejimi, muhalif topluluklara karşı toplu cezalandırma yöntemleri geliştirmiş ve Şam, Humus, kıyı kesimleri ve Halep gibi stratejik bölgelerdeki sivilleri geniş çaplı uygulamalarla zorla yerinden etmiştir. Bu bölgelerde, Rus ordusu ile İran Devrim Muhafızlarının da dahliyle hedef gözetmeden ve ayrım yapmaksızın hava bombardımanları ve top atışları gerçekleştirilmiş, sivil hareketlere yönelik güvenlik kısıtlamaları getirilmiş, muhalifleri destekleyen topluluklar abluka altına alınmış ve kuşatma altındaki toplulukların tahliyesi için de BM nezdinde hazırlanan antlaşmalara başvurulmuştur. Sahadan aktarılan ilk raporlar, son 5 yıllık sürede en az 400,000 sivil yerleşimcinin rejim güçleri tarafından yerinden edildiğini ortaya koymaktadır ki bu sayı savaş alanlarından gönüllü olarak kaçan sivilleri kapsamamaktadır.   
  • Suriye’de Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) Sünni Arap muhalif gruplara ve Kürtlere karşı savaş suçları işlemiştir. Terör örgütü IŞİD, Deyrezzor bölgesinde kendisine biat etmeyen Arap aşiretlerini cezalandırmış ve Kürtleri Rakka, Haseke ve Halep bölgelerinden zorla çıkartmıştır. IŞİD’in söylem repertuvarı, insanları etnik aidiyetlerine göre değil fakat İslam dinine ve Halifelik yönetimine sadakatleri temelinde ayrıştırmaktadır. Buna karşın Suriye’de Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) arasındaki savaşın seyri uluslararası koalisyonun müdahalesinden sonra büyük ölçüde değişmiş ve IŞİD’in spesifik olarak Kürtleri hedef alan saldırılar gerçekleştirmesine neden olmuştur.
  • İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve Suriye İnsan hakları Ağı (SNHR), YPG’nin Rakka bölgesindeki Tel Abyad’da ve Haseke’deki El Khabour Vadisi’nde Araplara ve Türkmenlere karşı etnik temizlik gerçekleştirdiğine dair kanıtlar bulmuştur. Kamışlı ve El Khabour Vadisi’ndeki Kürt olmayan etnik gruplara karşı benzer eylemlerin gerçekleştirildiğini gösteren başkaca raporlar da mevcuttur. Bunların yanı sıra YPG ve ona bağlı Asayiş Polisi; terörizm suçlamasıyla illegal ve keyfi tutuklamalar yapmakla, muhaliflerin özel mülklerine el koymak ve zarar vermekle ve muhalifleri uluslararası koalisyonun hava saldırıları ile tehdit etmekle suçlanmaktadır. Ancak ampirik veriler YPG’nin zorla yerinden etme politikasının coğrafi açıdan sınırlı olduğunu ve YPG’nin yayılmasına hizmet edecek şekilde yalnızca stratejik mevkilerde uygulandığını göstermektedir.